30 Eylül 2012 Pazar

Şimdi Reklamlar


Yazılmıyor mutluluğun yazısı, kim ne derse desin.
Sahip olduğun mutlulukla cezasını verirsin geçmiş cümlelerinin çoğu zaman. Benim için hep öyle oldu en azından.

Burası yazamadıklarına ihanet ettiğin yer olur sonra.
Yazanlara da onları artık okumayarak ihanet ettiğin yer belki.
Ama birilerinin ihanet etmemeyi öğretmesi gerekir bize.
Burası aynı hislerle açılmış bir yerse eğer, aynı hislerle terk edilmemeli.
Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki bu blogun eğer bir dili olsa "nereden nereye" derdi.

Mutlu olmadığında, ya da herhangi bir şey için artık hislenmediğinde burada saatlerce okursun, okursun. Başkalarının hayatlarını okumak merak uyandırır sende. Onların hayatı değildir belki dikkatini çeken, ortak bir şeyler bulma arzusudur seni burada tutan. Aynı hislerin ya da hissizliğin eşsiz olmamasını istersin. Bu hep vardır. Hep bir ortak aranır mutsuzluğa.

Ben yazdıklarımı ve yazılanları ortak etmiştim mutsuzluğuma kişilerden ziyade.
En iyisini de yapmıştım. Şimdi sorsam, hatırlamak istesem aynı duygu yoğunluğuyla anlatamaz beni bana kimse. Bir iki tıkla daha kolay ulaşırım duygularıma.

Çünkü geçmiş zamanı da hatırlamalısın bazen. Evet, çünkü bazen geriye dönüp bakman gerekir.

Ne diyorduk, mutluluğun yazısı.
Ne yazısı var bu bahsettiğimiz şeyin, ne de resmi.
Şimdi ne yap biliyor musun?
Kapat gözlerini. Kapaat. İşte öyle. Ve dinle.
Şimdi mutlu olduğun anları hatırla. Yaşadıkların ziyadesiyle yetecek sana.

Şimdi mutlusun.
Buraya kadar yazdıklarımı ise boşuna okudun.
Gördüğün gibi ne yazıya gerek kaldı, ne de resme.
Resmi siz oldunuz, yazısı söyledikleriniz.

Bu kadar basit olsa keşke dediğinizi de duyar gibiyim.
Ama duymamış olayım. (:

15 Eylül 2012 Cumartesi

Şimdi değişik bir şeyler yapıcaz. Ya da yapacağız.

Heey ben öğretmen oldum, bir anadolu lisesinde. Hem de evimize yakın.
Ücretli öğretmenlik filan ama olsun. Bir yandan da kpss'ye çalışacağım bu yıl. Haftasonları da dersanem var.
Pazartesi okullar başladığına göre yoğunluk da başlıyor demek oluyor bu.
Ders çalışmaya başlayacağım için de blogumla çok vakit geçiremeyeceğim anlamına geliyor bu.
Bu sebepten bir kapanış yapayım istedim ben. (Kapanmayacak ama emin olun. Hiç değilse inanıyormuş gibi yapın.) İlham perileri filan ziyaret ederse, kovmak hiç yerinde bir davranış olmaz tabi ki. Bana yakışmaz. Anlamsız yazılarımın devamı gelebilir. Gelir.

Eh okuduğunuz üzere şu ana kadar anlamsız bir şeyler yazmadım. Perilerin meşgul olduğu anlamına geliyor bu. Bugün orada da cumartesi demek oluyor bu.

Ben de bugün öylesine birkaç fotoğraf paylaşayım istedim. Bunlar hep yazamadığımdan. Hep aylaklıktan.
Aralarında kesinlikle bir konu bütünlüğü yok. Facebook'ta "oradan, buradan, şuradan" başlığı altında açılmış albümler gibi düşünün. Başlayalım.

Şunu şu duvara yazan kafayı her kimse, kim derse desin seviyorum ben.


Ağladığımda böyle ağlayayım istiyorum. Belki de böyledir. Ağlarken aynaya bakmadım hiç. Bir dahakine artık.


Takdir-i İlahi bu, kader bu desen ölürsün sanki. Surata bak. Ağıza bak. Sahiden boşuna demiyorlar parfümleriniz için odunsu kokular diye. Sinirlendim.


Şundan da bi yapıcam. Kısmet.


Sıkılınca birçoğunuzun aklına gelen şey olmalı bu. Olmalı yani cidden.


Yerler seni be çocuk.


Karnınızda kelebekler vaar, midenizde kediler geziyoor, midenizde aşure pişiyoor.


Şu kız çocuğu da bana ne çok benziyor. Hatta ben bile olabilirim yani.


Pazartesi gününden itibaren öğretmenlik yapacağım lisede beni fark etmeyerek üstüme basıp geçen liseliler olabilir. Şimdiden vedalaşalım. Hoşçakalın, güzel kalın. :)

12 Eylül 2012 Çarşamba

Sana kek yapamadım, yazı yazdım.




Önce kendin sevip, sonra da sevdirsen ya bana kendimi? Beni beni. Kendime.
Sonra gözlerine baktığımda, aklımdakileri kovup fikirsiz baktığımda, kendimi görsem ya gözlerinde.

Sende kendimi görmek korkutsa ya beni birazcık. Kendi yansımamdan bahsetmiyorum elbet, bilirsin ki.
Aynılıklarımız mutlu ederken, farklılıklarımız daha çok sevdirse ya seni, hep olduğu gibi. Yine yine.
Çocukluğun ve olgunluğun kalsa ya hep böyle. Aynı seyrinde.

Bu kadar korkmasam mesela kaybetmekten. Seni. Hep bilsem ya bende olduğunu.
Ben hep böyle sevsem ya sahi. Hiç eksilmeden. Eskitmeden.
Duygularımız dalgalandığında girmesek ya denizimize azıcık. Deniz durulduğunda yeniden bize ait olsa. Ama bir daha girmemeye tövbe etmesek alaycı dalgalar yüzünden.

Sen benden iyisini bulamasan, ben de senden iyisini. Duamız olsa ya bu. Bedduanın adını değiştirsek ya böyle bizim için.
Yazdıklarımı geri dönüp okudukça tekrar tekrar farkında olsam ya aslında bunları senin yazdırdığının. Hiç büyüklenmesem ya öyle ne afili cümleler kurmuşum diye. Sen yaptın ki.

İnsanlar böyle sevgi cümleleri okudukça, diğer insanlar hafife almasalar ya cümleleri. Gülmeseler ki. Gülümseseler. Varlığına inansalar ya varlık sebebimizin. Basit değil ki.

Bir kez de ben hediye edeyim size bedduayı dua diye.  
Sevginiz cümleler kurdursun size. Basit basit. Kısa kısa. Uğraşsız. Bir çırpıda anlaşılan. 
Öyle sevin ki, duramayın yazmadan, dile getiremeden. İçinde sevgi geçen cümleler duamız olsun. Hayırlısı olsun.

Sonra ben çok severim ki. Seni seni. Hem nasıl sevmek.

11 Eylül 2012 Salı

Bir Kara Parçası




Yeniden siyahlaştıracağım çoğu şeyi.
Sevdalıyımdır ben zaten karalara ezelden beri.
Yaradan da öyle yaratmamış mı zaten yüzümün sevdiğim yerlerini?

Utandırsın mı şimdi geceyi saçlarımın siyahı?
Çok mu sevmişim ben kendimi şimdi? :)
Ya da kendimi rengine boyadığım gece, sevgimi karşılıksız bırakmamak adına torpil geçip sevdirmiş mi bana kendimi?

Şöyle ki;
Ben bilmem, gece bilir. :)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Bu Aralar / Şu Sıralar


Siz bir şeyler yazarsınız.
Sonra siz bir şeyler yazarsınız.
Siz yine bir şeyler yazarsınız.
Hepsi bu.

Öznesine, nesnesine, yüklemine küsmek vaktidir şimdi yazdıklarımın.
Güzel kalın.

"Gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
 Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye?"

2 Eylül 2012 Pazar

Mavi Siyah


Şair isen;
Bulutsuz bir gece vaat edilir sana.
Sonra koyu bir karanlık.
Ardından bir kalem, bir kağıt, bir bardak çay, bir çift göz.

Ya kurtulacaksın o vakit, ya kaybolacaksın.
Ya gurur yapacak cümlelerin.
Ya çağıracak kadınını yanına, yüksek sesle.
Sözcüklerin aşık olacak senden evvel.

Bir denizin olacak.
Kadınının gözlerini denize benzeteceksin.
Öyle ya, hiçbir şair kapkara gözlerde masmavi denizler görmemiştir şimdiye dek.

Halbuki gökyüzünün rengidir şiirlere sebep olan koca suların maviliği.
Gündüzü maviyse, gecesi olabildiğine siyah.

Birkaç satır yazar şair, canını yakar düşüncelerinin.
Ektiği hayal ağacını dallanıp budaklanmadan kesmeye başlar yazdığı her sözcükle.
Oysaki meyve veren koca bir hayal ağacını sadece bir cümleyle kesmek daha kötü olmaz mıydı?

Şair, şair olabildiğine alabildiğine sevinmelidir.

1 Eylül 2012 Cumartesi

Ah Şu Kadınlar


Kimse ne yaptığını bilmiyor.
Hissettiklerimiz o kadar bulanık ki, insan kendini bile anlaşılmaz buluyorken bir başkasını anlamayı gönülden istemek büyük yük. Oldukça ağır.
Bunu sadece aşk, sevgi, mutluluk, dert gibi başlıklar altında söylemiyorum.
En genel manasıyla. "His" olarak. Akşama yerim diyerek yemeyi erteleyip buzdolabına koyduğun çikolatayı, akşam buzdolabına baktığında yerinde bulamamak gibi. Birilerinin onu yemiş olmasına duyduğun kızgınlık hissi gibi. Epey karmaşık hisler.

Ben cümlelerin kısa olmasını daha anlaşılır bulurum çoğu zaman. Ya da cümleyi kuranın her şeyi anlatıp, bana anlamaya çalışmam gereken şeyler bırakmayışından hoşlanmam belki. En yalın olan, en temiz olan gibi gelir bana. Kısalığının altında pek çok mana barındırdığını düşünürüm. Noktası yalancı noktadır onların. Devamını insanlar getirir, noktayı insanlar koyar.
Bu halleriyle bile bırakın insanları, o kısa cümleler bile anlaşılmak istiyorlar.

Burası anlaşılmak istenenlerin dünyası.
Ve bu dünyada anlaşılmayı bekleyen yaratıklar sadece kadınlar değil.

Fakat kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, kimseden bana verdiğinden fazla bir şey istemeye alışmadım ben. Verdiklerini güzelleştirdim kendi kendime.

'Ah biz kadınlar' demeden edemeyeceğim lakin.
Bizim için her şeyi bir başlık altında toplamak oldukça basit.
Hırs, şefkat, ulaşma arzusu, tatminsizlik, kaybedileni değerlileştirme, hayranlık ve adı henüz konmayan daha niceleri.
Kısaltmayı yine seviyoruz.
Üç harfle hem de. Adına "aşk" diyerek.
Eh işte. Kadınlar.
Anlat anlatabilirsen şimdi.
Anla anlayabilirsen.