27 Nisan 2012 Cuma

Puf çok sıkıcı. Peki peki anladım.


Ben buraya çok güzel şeyler yazmak istiyorum.
Ne bileyim, 22 yaşındayım ben. İyileştirin beni.

Mesela göğün tok sesiyle bize doğru gürlediği bir akşamda canımızın olur olmadık şeyler çekmesi üzerine arkadaşla markete doğru yollanıp, marketçi amcayla esprileşmemiz bir tesadüf değil.  Zaten hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Aşk da tesadüfleri sevmiyor, yıllardır bir tesadüf için mi bekliyoruz biz yani. Yo dostum yo. Ya da göğün sesinin  tok olması, bizi sesiyle etkileyeceği anlamına gelmiyor, gelmemeli. 

Mesela peki kek’in fiyatını sorarken arkadaşın: “peki ne kadar peki?”  demesi rastlantısal olabilir mi? Bütün bunlar planlı yapılmış şeyler. Blogumun adının böyle vakalara karışması ise hiç hoş değil.

Ya da göğün yerle göğü inletmesi ve önünden ışıklar falan gönderip bizi korkutması, ortalığı böyle velveleye verip de sokakları ıslatmaması şaşırtmalı mıydı bizi gerçekten? Burada yolunda gitmeyen bir şeyler var dostum, burada ters giden bir şey var.

Peki kek yiyen arkadaşa “ne yiyorsun” demek, “peki” cevabını almak ve ardından “peki” diyerek dönüt vermek. Bu espriyi yapmak zorunda mıyım ben mesela?

Salonda bulunan minderlerden birini arkadaşın “bana da versene puf” diyerek istemesi, benim “bunu demek istedin herhalde” diyerek minderi uzatmam, arkadaşın “puf değil mi ki bu yea, öyle denmiyor mu ki buna” demesi ve ardından bir diğerinin “burada bir puf var, o da eti puf” diyerek önümüzde duran eti pufların varlığından bizi haberdar etmesi hoş şeyler mi gerçekten?

Peki bütün bunları okuyor olmanız sizin suçunuz mu? Hiç değil. Ne bileyim, ben buraya çok güzel şeyler yazmak istiyorum. 22 yaşındayım ben, iyileştirin beni.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir sürü ben var benden içeri.

Hey.
Benim matruşkam var.
Benziyoruz biz.
En büyükleri benim.
Ve dostum abla olmak gerçekten çok zor.
(:

Eski Köye Yeni Adet


 "Çok uzun gemiler geçiyor boğazdan
Boğazımda düğümlenir adın
Birazdan güneş batar
Martıların doymak bilmez çığlıkları
İçimde durmak bilmeyen açlık: sen çığlıkları
Kısa sürüyor günler sensiz
Tepede yeşil koruluk korunuyor insandan
Uzaktan kalbim gibi duruyor; korunuyor insandan
Uzaktan bakınca sanki yaşamak güzel İçime sormam içime sormam, soramam
Yeniköyde evim
Eski köye yeni adet
Bir sevgilim var benim;
Düşlerimden ibaret."  

Kalsın durduğu yerde. En güzel düşümde.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Impossible is nothing diye bir şey tabi ki yok.


Hayallerimin olmamasına üzülüyorum bazı bazı. Belki cesaret edemiyorum hayal kurmaya. Belki boyumdan büyük hayaller kurmayı sevmiyorum. Belki fazla gerçekçiyim. Risk almayı sevmem, belki ondan.
Hayatta hayalini kurmaya cesaret edemediğim şeyler var benim.
Ama inanın böyle yaşamak güzel, kendinizi bilmek, kendinizi korumak en azından.
Yani o zaman hayal kuramayan insanlar kendilerine kıyamıyorlar gibi bir şey çıkıyor bu durumdan. Her ne çıkarsa çıksın, konumuz o değil.
Bugün günlerden Cumartesi. Bugün orada da cumartesi miiğ? Güzel şarkıdır.
Yalnızım evde, belli oluyordur.
Biri dersanede, biri kendi evine gitti, bir diğeri de okulda, ama bugün cumartesi evet. Deneyi var arkadaşın, karıncalarla. Bilim adamları yetiştiriyoruz biz bugüne bugün.
Ben de evdeyim, ben genellikle evde olurum. Her cumartesi.
Şu sıralar hayatım berbat bence. Hani küfür edilesi, öyle diyeyim. Hayatımı bu hale soktuğum için kendime sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Neyse ki suçlu aramamayı biliyorum, farkettiniz siz.
Sonra bugün bana bir kız eşlik ediyor, sevdim onu, siz de sevin, dinleyin. Ben bütün şarkılarını dinledim.



Un diyeti diye bir şey var, yaparım belki.
O değil de dolu yağdı burada. Sonra da yağmur. Şimdi güneş açtı. Şaka değil.
Ders çalışmak gibi bir konunun varlığından söz etmemiz de mümkün. Ben mümkün olan, imkanı olan şeyleri seçiyorum ya zaten hani. Hani hayal kurmuyorum ben. Ders çalışacağım birazdan, hayal değil. Gerçeğin ta kendisi.
Gideyim.
Öperim.
Sahi beni anlamaya çalıştığınız için de teşekkürler ederim.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Ve, Veya, Ya da


Burnunun direği sızlamış hafif hafif, birkaç kaşıma hamlesiyle geçmiş sonra.
Geçmeliymiş çünkü, ağlayamazmış kadın.
Sessiz bir savaşın içindeymiş uzun zamandır.
Gürültü yapan kalbiymiş, sessizliği sağlamakla görevli kahraman ise aklının ta kendisi.
İki savaşçısını da sevmiş kadın. Çünkü sonucunda bir şey kazanmaksızın savaşmışlar uzunca bir süredir. Sadece savaşlarının sahibi için, kadın için.
Kazanılan ya da kaybedilen bir şey olmaksızın.
Savaşı ne kadın kazanmış, ne de adam.
Savaşı ne akıl kazanmış, ne de kalp.
Kendi savaşından, yine kendisi çekilmiş kadın.
Oyunun galibi sessizlik olmuş.
Çünkü kadın adamı ararken her seferinde kendini kaybetmekten çok yorulmuş.
Ülkesinin güzelliklerini göstermiş hep adama, çünkü sevilmeyi özünü kaybetmeyi göze alacak kadar istemiş. Gözü karaymış. Kendisiyle müsemma.
Ama artık terk edilmiş topraklarını da özlemiş.
Aslında adam kadını tanımamış.
Kadın kendini hiç tanıtmamış.
Kadın aramış, kadın kaybetmiş.
Hikayeyi bir çırpıda okumuş kadın, her anını birer asırmış gibi yaşaya yaşaya. Rimeli akmış. Silmeye gitmiş, uyku vaktiymiş.
Kendi ülkesinin her toprağını sevmeye karar vermiş bundan sonrası için. Kendinden ayrı düşeli epey zaman olmuş.
Kendini özlemiş kadın.
Ve hayır, onun için yazılar yazdığı bu diyarı yine onun için terketmeyecekmiş bir kez daha.

13 Nisan 2012 Cuma

"Kendimi arıyorken, olmaktan korktuğum yerdeyim."

Birkaç şarkılık vakit var belki.
O kadar yokum ki. Ümitsizliğin tonlarıyla boyanıyorum her saat başı.
Önceleri planlarımla övünürken, şimdi bir adım ötesini göremiyorum.
Plan yapmaktan vazgeçiyorum çünkü yavaş yavaş, istemsiz.
Önümdeki yaşanacak saatler, günler şekil veriyor yaşayacaklarıma kendi adıma. Ya da belki hayalini kurduğum geleceği etkiliyor çok yakınımdayken aslında ne kadar da uzakmışız dediklerim.
Oysa ki benim aklım daha yeni eriyordu herşeye.
Halbuki büyüyen bedenimdi sadece.

"Hayat biz planlar yaparken, başımıza gelenlerdir."

12 Nisan 2012 Perşembe

Hikaye


Senin dudakların pembe, ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek, tut biraz.

Benim doğduğum köylerde ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim, okşa biraz.

Benim doğduğum köylerde buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek, savur biraz.

Benim doğduğum köylerde şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır, öp biraz.

Benim doğduğum köyleri akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem, konuş biraz.

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.
Benim doğduğum köyler de güzeldi.

Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz...

Cahit Külebi

7 Nisan 2012 Cumartesi

Demeyenin diyemediğini derler bilir misiniz?
Haydi o zaman bir kez daha umutlandıralım yalnızlığı.
Zorlamamak lazım, yazamıyorum. O kadar yazamıyorum ki bir başlığım bile yok.
Birkaç fotoğraf paylaşayım kendimden mademse. Bilgisayarı kurcuklarken seçtiklerimden.

Bu bizim trio olayı falan işte.


Bu daha yeni, dün. Sınav çıkışı, kafa dağıtmacası. Trio'nun diğer parçası gözlük. Gözlüğün sahibi yani.


Sınıfta. Muhtemelen iğrenç bi espri anında.


Geçen yıl. Okulun bitmesine yakın. Amaçsızca sokaklarda dolaşıyorken. Ayrıca çirkinim, biliyorum.


Gözüm. Buhu.



Eskiden serapus.blogspot vardı hani. Ah serapus.blogspot. Bu da eski serapus.


Öyle yani. Bu kadar. Tamam o zaman. Görüşeriz.

1 Nisan 2012 Pazar

Böyleyken Böyle


Bazen yerin üstünde olmak kendini yine de ölü gibi hissetmeni engelleyemez.
Ölmenin ne olduğunu bilmezsin her yaşayan gibi. Böyle yaşayarak öyle gibi hissedersin. Böylelerimiz birbirimizinkinden oldukça farklıdır oysa ki.
Yaşamaktan zevk almanın nasıl olduğunu bilmeden, yaşamaktan zevk almadığını düşünürsün.
Yaşadığının aslında ne olduğunu bilmezsin.
Bilmenin ne olduğunu bilmeden, bilmiş gibi yaparsın.
Bir şeylerin eksildiğinde daha önce onlara hiç sahip olmamışçasına yaşar gidersin öylece.
Alışmayı da bilirsin.
Zaten karşılaştıkların, duydukların, gördüklerin, sevdiklerin önce alışmayı öğretir sana. Sonra sen de bu saydıklarımın hepsine bu kadar çabuk alışmaman gerektiğini öğrenirsin, bu defa öğretilmez, kendi kendine öğrenmeyi de bilirsin.
Çünkü dostum, biz her şeyi ne çok biliyoruz öyle.