8 Eylül 2013 Pazar


Benim sınavım resmen kendimim. Kendimle sınanıyorum.
Pimpirikliğimden az çekmedim. Sürekli hata yapmış olma hissiyatından, bir şeyleri eksik yapma korkusundan usandım.
Lakin her şey böyle olumsuz değil. Bir şeyleri kaybederken bir şeyleri kazanıyorum. Küçük küçük başarılarım var.
"Benim de hünerlerim var, küçücük küçümencik."

En kötüsünü düşünerek en iyisini yapıyorum. Karamsar olmak bana çok yakışıyor. Her şeyin en siyahını seviyorum. Umutsuzca beklediğim şeylerden güzel sonuçlar almak, kış geldiğinde montumu ilk giydiğim gün cebimde para bulmak kadar mutlu ediyor beni.
Yarından sonra belki de yeni bir hayat kapımda. Zorla gönderiliyoruz İstanbul'dan. Bunca yıl bugünü bekledim, bunun için okudum. Güzel bir yaşta öğretmen oldum. Daha fazla bir şey istemeye hakkım yokken ben mutlu olmaktan ziyade korkuyorum. Beni üzen bir sürü şey var. Çok zor bir dönem, inanılmaz zor bir dönem.
Sonra ben imkansızı istemedim, sadece serap diyecekti. 
Şimdi kendim için hayırlı bir hayat diliyorum.
Dünüm için de, bugünüm için de, yarınım için de çok şükür.

Not: Murat Menteş şöyle diyordu: " 'S.ktir git' yerine 'Teşekkür ederim' diyeceksin. Efendilik budur."

20 Ağustos 2013 Salı

Koku


Vaktiyle aşık olduğum roman kahramanlarının şimdi ne yaptıkları umrumda değil.
Ben hep bir sonraki okuduğumu sevdim. Sayıları giderek çoğaldı.
Kaldı ki okumaya devam edersem, korkarım ölene kadar aşık olduğum adam sayısı epey fazla olacak.

İlk okuduğum romanlardaki adamlar sanırım yakışıklıydı, en azından o zamanlar zihnimdeki fotoğrafları öyleydi.
Sonra ben biraz büyüdüm, adamlar biraz duygusal oldular. Entelektüel ve yerli yersiz çokça romantik.
Sanırım ardından biraz daha büyüdüm. Bir sonraki aşık olduğum adam türü ise çirkin, aksi, huysuz, duygusuz ve oldukça ukala idi. Yaşlandıkça kaldırabileceğim acı yükü limiti arttı, yani daha iyisini yapabileceğime inandım ve böylece daha kötüsünü sevdim. Nedense hep onları iyileştirebileceğime inandım. Dümdüz olsunlar istemedim. Düzeltebileceğim yerleri ne kadar fazla ise o ölçüde başarılı olacaktım.

Sevdiğim kusurlu hali istediğim kalıba soktuktan sonra son halini gerçekten ilk hali kadar sevebileceğimi düşünüyor olmamı aklım almıyor. Çünkü ben adamları değil de kusurlarını seviyorum, o halde absürdizmden etkileniyorum. Buna bazıları mazoşistlik de diyorlar. Yalnızca kendime karşı kibar olayım istedim.

Ben eğer acı çekmezsem güzel cümle kuramam, istediğim kadar güzel şarkı söyleyemem, hüzünlü bakarak gülümseyemem. Kısacası kendimce güzel olarak değerlendirdiğim hiçbir şeyde başarılı olamam. Olgunlaşamam. Yetmez.
Şimdi çocukla çocuk olabiliyorum, çünkü hala çok çocuğum. Benim bahsettiğim -mış gibi yapmak evresine halen gelememiş olmakla ilgili. Yaptığımın boyu yetişkinlerin yaptığı gibi "çocukla çocuk, büyükle büyük olmak" sözüne erişmiyor henüz. Bunun için daha fazla acı gerek. Yetmez.

Ayrıca yanlış anlaşılmasın, romanlardaki karakterlerden bahsediyorum. Ben kendi kendime her şeyi kurgulayabiliyorum, bir tek kokuları eksik.

Bu böyle mi gider, gerçekten bilmiyorum.
Daha kaç kez aklım gidecek ve bir tur atıp geri gelecek merak ediyorum.
Daha ne kadar içinde bolca "ben" geçen yazılar yazarım kestiremiyorum.
Sahi bir de ben "Bu gözlerin hepsi sizin mi acaba?" denilirse süblimleşiyorum.

Benim ben olmakla ilgili ciddi sıkıntılarım var.

16 Ağustos 2013 Cuma

Öyleyse

  
"Kal" diyor Serapus ve ekliyor. "En güzel sen severmiş gibi yapıyorsun."

15 Ağustos 2013 Perşembe


"Arzum, heyecanlandırılmak değil. Arzum, birlikte heyecanlanmak. Bir gün, her şeyi yaşayıp bitirmiş, yorgun değil, hala şaşıracak gücü olan biriyle. Onu da yaptım, bunu da gördüm değil; ben de yapmadım, birlikte yapalım diyenle. Aradaki mesafeyi kapatmak için koşmam gerekenle değil, birlikte yol alınabilecekle. Bir bütün haline gelmenin, durumlar, şartlar ve algılar içine sığmayacağı, zihnimi kirletmeyecek, tertemiz olanla.

Neyin ne olduğunu sormadan algılayabilmek, önemli."

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Ya Ya Ya Ya Ben En Güzel


Söyleyeceğimiz şeyleri sadece bir cümle ile ifade etmek gibi bir kolaylık varken kendimizi uzun uzun edebi cümleler kurmaya zorlamamız ağır eşya kaldırmak gibi.
Halbuki çat diye kırabilirsin kalpleri. Bir hamlede söyleyebilirsin sevdiğini. Bir bakışla ifade edebilirsin nefretini. Yine aynı bakışla anlatabilirsin heyecanını.
İki kelimelik bir küfür çok iyi iş görür kızgınlığını açıkça belirtmek için.

Ama insanız. Biraz korkak, biraz kibar, biraz cesaretsiz. Tüm bunlar bizi yeni yeni cümleler kurmaya itiyor.
Ya da ben böyleyim en azından, lafı dolandırmayı seviyorum. Bu bazen kırmamak için oluyor, bazen kızgınlıktan, bazen heyecandan. 

Fakat yaş geçtikçe daha net olmaya başlıyor insan. Ben de eski nazik halimden gitmek istemezdim. Ama bunlar hep yorgunluk belirtileri. Önceki kurduğun cümlelerin, halinin, tavrının kerelerce işe yaramaz olduğunu tecrübe ettikten sonra yeni keşiflere çıkmak kaçınılmaz oluyor. Daha cesaretli oluyor insan, daha düşüncesiz, daha heyecansız, biraz daha sevgisiz, biraz daha mantıksız…

Önceki hayatında biraz daha deli olan ve olgunlaşmanın vaktinin geldiğini düşünen insanlarda tam tersi gerçekleşiyor. Doğru olanı da bu sanırım.
Lakin bende biraz bunun aksi gerçekleşir gibi oldu. Çocukluğunda olgunluğu seçip, 23 yaşında bu olgunluğun artık yorduğu biriyim ben. Yani öyle sanıyorum. Öyle olmasaydı geçmişte olduğum gibi daha sık tutarlı olurdum, daha kararlı olurdum. 

Kararsızlığa denk olan kötü bir şey daha yok dünyada.

Ama bu hal ara sıra hoşuma gidiyor. Şimdilik şikayetim yok. Eskiyi ve yeniyi yeri geldiği zamanlarda kullandığım sürece herhangi bir problem yok.

Bu yaşlarda korkak hayaller kurmanın ve  haddinden fazla gerçekçi olmanın adına olgunluk deniyor. Hayallere sınırlamalar getirmek, onları köşelerinden kırpmak bizi büyütüyor, yetişkin oluyoruz. Bize o kurulan hayallerin içine sığacak yer kalmıyor. Sık sık “Ben bunun neresindeyim?” diyoruz. Diyelim güzelim. Hayal dünyasında yaşamanın manası yok.
Batsın bu dünya.

Diyeceğim şu ki bu sorunlar sıkıysa teker teker gelsinler, hepsini çözeriz, sıkıntı yok.

2 Ağustos 2013 Cuma

Eşek


Sevmenin bazen sevilenin egosunu büyütmekten başka bir işlevi olduğunu düşünmüyorum. İşe yaraması için yapılan bir eylem elbette ki değil, belki çoğunlukla isteyerek bile değil. Fakat bazen bir-iki kullanımlığa indirgenmesi tahammül sınırlarını zorluyor.

Bir kadının size verebileceği tahmin edemeyeceğiniz kadar çok şey var. Buna rağmen siz ilkin tahmin ettiklerinizi istiyorsunuz.
Gördükleriniz ya da görebilecekleriniz için gösterdiğiniz çaba ve size bahşedilen aklın sınırlarını zorlamanız büyüleyici. Aktif olarak çalışan yerlerinizin sınırlı olmadığını görmek güzel. Sadece nöbetleşe çalışmasalar keşke dedirtiyor zaman zaman, onun dışında kusursuz. Tebrikler.

Elbette kimse sizden salt duygu insanı olmanızı beklemiyor. İnanır mısınız zaten epey zor olmalı sizin için. Biz sadece kalbinizin attığından haberdar olmak istiyoruz, istiyoruz ki kalbiniz yerleştirildiği yerde göğüs boşluğunuzda iki akciğerin arasında göğüs kemiğinizin hemen arkasında atsın.

Duygularınız azıcık arkadaş olsun duygularımızla, sonra biz omzunuza kadar çıkacak şiirler yazalım size.

Sahi hiçbir kadın sadece duyduğu sevginin kölesi olacak kadar aptal değil. Çoğu kez inanırmış gibi yapıyorlar, emin olun. Hatta kadınların şeytanın yansımaları olduğunu bile düşünüyorum, yakıştırma kulağa hiç hoş gelmese de.
Ama biz aynı anda birden çok şeyi iyi ya da kötü yapabiliyoruz. Sevebiliyoruz, sevişebiliyoruz, gülüyoruz, ağlıyoruz, çalışıyoruz, anne oluyoruz. Bizim sürekli sevmeye gücümüz varken sizin tüm bunları bir anda yok edebilme gücünü kendinizde görmeniz ürkütüyor. Bir sevip bir sevmemeniz adil değil.

Kadınların buna benzer feminist söylemlerde bulunması da şaşırtıcı değil, bazen hak vermek gerekiyor.
Ne de olsa ilgi ve değer görme adına sevip sevip duruyoruz.

Ya hem bize kim dedi de yüksek dozda karamelli çikolata aldık bu kadar. Ya da ne bileyim, meyveli yoğurt.
Şimdi "peki" diyeceğim, çok ağır kaçacak.

16 Temmuz 2013 Salı


" Merhaba Bayım;

Size daha önce de bu hitap şekliyle başlayan bir mektup yazdığımı hatırlıyorum. Üstelik o zaman da çok kırgın, bezmiş ve kafası karışmış haldeydim. Evet bayım, şimdilik sadece formatınız değişmiş fakat yine, yeniden bir "bay" olmanız gerçeği manidar.
Güvenmiyorum bayım. Beynim sürekli dikkatli ol diyor, affedersiniz tabir yerindeyse "götü kollamak" adına katı, çekilmez ve umutsuz görünebiliyorum zaman zaman. Fakat siz beni bunun için yargılayacak durumda değilsiniz. Ne bir duruşunuz ne de bir sağlamlığınız var benim tarafımda. Sadece yaşamak istedikleriniz var, tatmak istediğiniz, ne olursa olsun almak istedikleriniz var. Benim sorunum bayım, siz değilsiniz. Sürekli sevmek üzerine benim sorunum. Zarar görmekle sevmek arasında kurduğum ve aslında var olmayan yakın ilişkiye inanmamdır benim sorunum. Siz beni tanıdığınızı sanırsınız bayım, benim de sizi tanıdığımı hatta içselleştirip alıştığımı. Ben ise o anda aklımdan geçen milyon adet kuşkuyla söylüyorumdur aşık olabileceğiniz kadar güzel ninnileri size. Size ninni değil, işte gerçekleri söylüyorum bayım. Siz de söylemeyin öyle şeyler artık. Oltaya gelmiş balık gibi kandırdığınızı düşünmeyin. Sevmeyin beni bayım, sevmeyin. "

14 Temmuz 2013 Pazar

"Şehir Denen Okul"


yürü
yürü
yürü
dur!
daha fazla gitme
gelmez
sen iyisi mi;
kendin pişir kendin ye.

21 Haziran 2013 Cuma

Bir Dost


Kelimelerin kıyafetsiz kaldığı yerde buluşun öyleyse. Örtmeyin söylenenleri, söylenecekleri.
Kalsın olduğu gibi, öylesine sade.
Bakış açını iyi ayarla. Geçip giden olaylar silsilesini en temiz ekrandan izleyin.
Uyandıran güneş olsun, uyutan ay. Rüyalara itimat etmeyin.
İlk elden yaşayın ne yaşıyorsanız. Dolaylamanın faydası nerede görülmüş?
Öyle kırılıp dökülmek de yersiz. Üstelik parçalarını yine kendin topluyorsan.

Anlatılmakla bitiyoruz zaten, çok değiliz.
Mesela yazıyorsak biz özlemimizin hatrına. Susuyorsak bitmişlikten.
Öyleyse cezasını verin mutluluğunuzla sırtınızdaki geçmişten gelen acımtırak cümlelerin. Şu anda.
Hisleriniz ya da hissizliğiniz eşit olsun, bencil olun diyorum.
Ne bir eksik, ne bir fazla.
Çocukluğunuz da, olgunluğunuz da kalsın böyle. Hep aynı seyrinde.
Farklılıklar sevme sebebi olsun. Aynılıklar ise mutluluk.
Eksiltmemek gerek. Fazlayken güzel.

Bana gelirsek; mizacım böyle, anlıyorum ama konuşamıyorum.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Neşe

Cuma gününden itibaren startını verdiğim işsizlik sürecim bana değişik şeyler yaptırıyor. Öncelikle sınava 1 ay kaldı ve bundan sonrasında işsiz olmamak adına ders çalışmam için tam 1 aylık mühlet var. Bu sürede evde olmak bir avantaj. Lakin sadece 1 ayda başarabilir miyim? Bundan emin değilim.
Olursa mucizem olacak.
Olmazsa üzüleceğim.

Sınavı kazanmanın düzgün bir işimin olmasından ziyade farklı bir tarafı var benim için. Ben bu yıla kadar hep başararak geldim. Ailenin çalışkan kızıydım, şimdi bir de öğretmen kızları oldum. Buraya kadar geldikten sonra, o hep süregelen başaracağıma olan inancımı sadece bir sınav yüzünden kaybetmek istemiyorum. Demem o ki isteğim hal değiştirdi. Sınav meselesi olmaktan çıktı, kendimi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğime dair korkulu bir bekleyiş halini aldı. Komik, fakat böyle. Bu da demek oluyor ki, bir bekleyişim daha var. Dua. Durmayın, kıpırdasın dudaklarınız. :)

Tüm bunların yanında halen tam olarak toplayamadığım kafamı dağıtasım geldiğinde güzel şeyler yapmaya kalkışıyorum. Bunlar gibi.


Mutfakta olmanın güzel bir yanı var. Uğraştığınız  şeyler size kocaman bir iyilik yapıp kafanızda dolup taşan tüm düşüncelerinizi geçici olarak rafa kaldırıyor ve ilginizin sadece onların üzerinde olmasını istiyorlar. Bir bakıma onlar da kadınlar gibi. İlgi ve sevgi arsızları.
Sahi kadınlar belki de bu yüzden mutfakla daha iyi anlaşıyor. Birbirlerini sevmeleri ve bağlı olmaları gerektiğini biliyorlar. Kimyalarını birbirlerine karıştıyorlar, gelip geçenden  mutfaklarını kıskanıyorlar. Mutfaklarında başkalarının varlığı onları rahatsız ediyor.

Tam bu noktada ne kadar hayalsizlikten şikayetçi olsam da aslında benim de bir hayalim var. Çok param olursa gelecekte içerisinde kitap okunabilen, kahve içilebilen, lezzetli kurabiyelerin esas dekoru oluşturduğu ve kimseden kıskanmayacağım bir pastanem olsun istiyorum. Bu şarkı dolaşsın havasında vanilya ve kahve kokusunun yanı sıra. Umarım olur, umarım hayalimin bir ortağı da olur. Ortaksız bu pastane işini yürütebileceğimi sanmıyorum.

Bugün bu kurabiyeleri yapmamın sebebi var. Bugün kandil. Bende bu güzel günde evden de güzel kokular yayılsın istedim.
Bugün belki de dualarımızı birkaç katına çıkarmamız gereken gün. İnsanlarımız zarar görmesin. Yeryüzündeki hiçbir şey insan canından kıymetli değil.
Sakin olalım, sabırlı olalım, dua edelim, huzur bulalım.
Hayırlı kandiller.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

23 Yaş


Bu yaşta bu kadar bulanık hisleri hiçbirimiz haketmiyoruz.
Ama biz bize asla vaat edilmeyen ve kafamızda yaşattığımız şeyler için başkalarını suçluyoruz.
Halbuki hayallerimizin sorumlusu biziz.
Kabahatli olan yine biz.
Fakat yine de vazgeçemiyoruz hayallerimizden. Çünkü hiçbir gerçeğin bizi onlardan uzaklaştırmasına tahammül edemiyoruz. Hatta öyle ki onlar bazı şarkıları çok seviyorlar, sonra biz o şarkıları ezbere biliyoruz.

Biz aslında mümkün olan şeylerle yetinsek, kanaat etmeyi bilsek, hayallerimizdekini gerçek sanmaktan vazgeçsek, bazı şeylerin sadece filmlerde olabileceğine bir inansak ve sonra film izlemeyi biraz azaltsak bu kimsenin ne yaptığını bilmediği diyardan birazcık uzaklaşabiliriz.
Çünkü bence geleceği ürkütmeyelim, mutluluğu israf etmeyelim. Lazım olacak.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Denge


Güzel şeyler düşünüp eyleme dökmenin ardından bir hafta sonra o güzel şeyleri yok eden de benim.
Kadın kararsızlığından kötü bir şey daha yok.

Küçükken daha olgundum diye düşünüyorum. Şimdi de bir delilik yaptığım yok, lakin bir delilik yapmaktan korkmuyorum, mesele bu. Mesele korkak olmamak.
Ben zamanın birinde sürekli gülümsememden şikayetçi olunan biri olarak aslında yine de kabuğumu kırmamış olmayı seviyorum, inatçılığımı sürdürüyorum, çünkü benden halihazırda var olmayan tepkilerimi göstermemin beklenmesi biraz fazla olurdu, öylesine yetenekli olamazdım.
Beni benden beklenilen ve gösterip gösteremediğim hiçbir tepkinin sonucu tedavi etmedi. Ben sızlayan yerlerimin üzerine şimdi adını dahi hatırlayamadığım ve onlara oldukça vefasızlık ettiğimi düşündüğüm tek kullanımlık şiirleri ve şarkıları bastım.
Tepki gösterdiğimde başarılı olacağıma hiçbir zaman inanmadım. Çünkü ben zamanında boş bir kağıda "tepki" yazıp espri niyetine arkadaşlarına gösteren insanım. Gösterdiğim ve başarılı olduğum tek tepki o. Gülmüşlerdi, öyleyse başarılı olmuştum.

Nihayetinde tepkisiz ve kararsız olmam kimsenin hoşuna gitmiyor.

Bazen güzel cümleler yazıyorum, güzel olduklarını söylüyorlar. Fakat ben daha çok bunları söyleyebilmiş olmayı diliyorum.
Ortada bir tek ben varken, konuşan halim yazan halimi kıskanmakta ısrar ediyor. Büyüdüğüme bile inanabiliyorsam konuşacağıma da inanıyorum. En azından "bilmem"leri seyreltme fikri hoşuma gidiyor. Sesini seven birinin konuşmaması sesine haksızlık olurdu diyorum.
Anlayabiliyorum. Söylediklerinizi, söyleyemediklerinizi.
Hepsini.
Sonra bazen şımarabilmeyi de öğrendim.
Bunlar güzel meziyetler.
Güzel olma yolunda ilerleyen bir şey daha var, bu yılın bitmesi.
Geçsin, yine bitsin artık diyeceğim yenisi gelsin.
Ama bu çok acıttı, en önce bu gitsin.

24 Nisan 2013 Çarşamba


Gelecekten birkaç küçük ricam var.
Mesela küçük bir kız çocuğu.
Evet, kızım olsun istiyorum büyüyünce.
Hem nasıl istemek!

17 Nisan 2013 Çarşamba

Tüm Samimiyetimle


Dinlerken beni parça parça edip farklı dönemlere ayıran şarkılar var. Her şarkı farklı bir kırgınlığımın temsilcisi. Kırgınlıklarım ise son dönemde gerçekleştirmeye çalışıp kıyısından döndüğüm tüm yeni kararlarımın.
Benim için sonucu iyi olacak her bir şeyi başkaları benden daha iyi biliyor. Geleceği bir ben göremiyorum.

Hayatımın en muhteşem ve en berbat yılını geçiriyorum.
Muhteşemliği en çok istediğimin olmasında, berbatlığı en çok istediğimin kaybolmasında.
En güzel yaşımı geçiriyorum belki. Hem ben hiç şimdiki kadar güzel olmamıştım. Farklı farklı insanlar beni böyle bu kadar art arda istememişti.
Herkese göre her şeye biraz yakınım, kapalıyım ama her şeye açığım.
İlgiye ihtiyacım var. Lakin yemek seçer gibi ilgi seçtikçe aç kalıyorum.
Ailem evliliğe yakın görüyor, ben kendimi kimseye yakın görmüyorum, sınav çok yakında. Başarı uzağımda. Ümitsizlik başucumda. Ümitsizliğimi benden söküp almak isteyenlerin samimiyetine inancım var, ihtiyacım da. Fakat sonrasına inancım yok. Tek başına samimiyet yetersiz. Başarmak için yetersiz. Çünkü ben bunu sadece kendim için başaramayacağım, başarı kaynağımın ise bir dengesi yok.
Böyle olunca başkalarının güdüleme girişimleri de bir o kadar yersiz oluyor, zaman zaman samimiyetsiz geliyor, sıradanlaşıyor. Kaldı ki kimse bunu yapmak zorunda değil. Ben sadece bunu yapmak zorunda olmadıklarını bilmelerini istiyorum. Gönülden istemediklerini, gönülden istemiyorum. Gönülden istediğimi, gönülleri istemiyor. Biz gönül meselelerinde iyi değiliz, karşılıklı olarak.

Sevilmek için yüzlerce eksiğim var.
Diyeceğim o ki sevmek için tastamam biri girsin gönlünüze.
Dilerim, vardır.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Ben istedim ki benim doktorum ağrılarım için "öpeyim de geçsin" desin,
tüm bildiklerini inkar edercesine.


9 Nisan 2013 Salı

Gönül


Ben geçmiş zamanda arkadaşları ortada sıçan oynarken oyuna katılmayıp, kaldırımda oturarak onları izlemekten ve kahkahalar atmaktan zevk alan o küçük kızdım.
Katılımcı olmaktansa izleyici olmak o zamanlardan beri süregelen tercihim.
Hem benim geçmiş zamanda yaptığım bir eylem var, ortada sıçandan daha zevkli bulduğuma yemin ederim.

Bir abla vardı, karşı komşumuz. Özlem adı. Aşık olurdu sık sık, belli.
Otururduk o kaldırımda gece vakti, annem izin verirdi gece bile olsa. Çünkü bahsini ettiğim yer bizim kapının önü. Sokak lambası tam bizim evin yanında.

Güzel şarkı söylerdi.
Biz birlikte Fikret Kızılok'tan Gönül şarkısını söylerdik.
Küçük yaşta ne güzel bir şarkı öğrenmiştim.
Hem o ne güzel şarkı söylerdi.

30 Mart 2013 Cumartesi

Yaz Saati Uygulaması

                                                   Şekersiz içiniz.

Yaptıklarımı gerçekten çok büyük haltlar sanıp, vakitsizlikten şikayet etmeye hiç hakkım yok. Yoruculuğu yadsınamaz, lakin zaman zaman kendime acımak ve acınmayı istemek akıllı işi değil. Çünkü acınmak, anlaşılmak değil.

Bugün derse girdim, üstüne denemeye girdim, dönerken kalabalık ama çok kalabalık caddelerden geçtim. Bütün bunları yaptığım için bir ödülü hak ettim. En güzelinden bir akşam kahvaltısı tabii. Şimdiki de üçüncü çay.
Hava güzel, pencere açık. Bir taraflarım donmasına rağmen havasızlıklıktan şikayetlenip camı pencereyi açmak yok bu kez. Hava güzel olduğundan camı açmak var. Biraz gürültü girsin içeriye.

Gece saatleri 1 saat ileri alacak olmamız bile sıkmıyor canımı. Mutlu olmanın yolunun kişilere ya da eşyalara değil, amaçlara bağlanmak olduğunu artık biliyorum. Sonra amaçlarım var, öyleyse mutluyum.
İyiyim şimdi, kim ne derse desin.

Ders çalışmadığımda vicdanım tutuyorsa yakamdan, müzik dinlediğimde şarkının sözlerini değil de müziğini dinliyorsam, arada sırada açıp farklı farklı şairlerden farklı şiirler okuyorsam, iltifat duymak hoşuma gidiyorsa, sade kahvenin yanında canım çikolata da istiyorsa, her gün saçımı yıkıyorsam, her gün ütü yapıyorsam, eyelinerımı düzgün sürmek için milimetrik hesaplar yapıyorsam,
canım sıkıldığında ağlıyorsam,
sinirlendiğimde bağıramıyorsam,
hep birazcık sessizsem,
daima gülümsüyorsam,
değişen fazla bir şey yok, ben iyiyim. Ben her zamanki benim.

Ben gayet iyiyim.
Hava da iyi.
Bir de yazmak istedim, elime ne gelirse.

17 Mart 2013 Pazar

Belki bir gün biri beni tüm bu lanet fikirsizliğimle, tüm kararsızlığımla birlikte sever. Belki kendi kararlarının yanında benim yerime karar vermek de hoşuna gider.

Sonra sırf sevdiği için belki, bileğimden öper, sonra avuçlarımdan. Sadece sevgiden.

Belki hak ederim.

14 Mart 2013 Perşembe

Mavi Yazı


Diyorum ki günlerden bir gün, şöyle bir akşam Kız Kulesi'ni görmek ne müthiş olur. Belli bir hayranlığım söz konusu değil. Lakin "akşam" ne güzel olur.

Diyorum ki ben İstanbul'u istiyorum kız başıma. Süslü sözleri boca etmek gereksiz.
Yaşadığım şehirde "yaşamak" istiyorum. Bu kocaman şiiri dinlemeyi değil, okumayı arzuluyorum.

Önce oturacak yer, sonra bakılacak deniz, ardından eksiltili cümleler.
Pek simit yemem ya hani, bu kez simit ve çay da lazım. Biz, üçümüz...

Kimse bakmasın, kimse karışmasın, farklı farklı gözlerin hapishanelerinde mahkum edilmeyeyim işlemediğim suçlardan ötürü.

Diyorum ki kadınlar da kendilerini birkaç saatliğine şair hissetsin.
Akşam, akşamlığını bilsin; kadınlar görünmesin.

İsteğim en az senin kadar büyük İstanbul.
Şimdi ne söylediğini duyar gibiyim: 

- Pardon da, gözlerimin içiyle gülüyorum sana.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Saçları Uçuşursa Aklımın



Sadece bir kaldırımın canımı bu kadar acıtabilmesi için ne yapmıştım ki?
Kaldırımı yerinden söküp atamam, buna gücüm yetmez. Fakat onun bana öyle durduğu yerden, hem de bizzat kendi belleğimdeki anıyı sahiplenerek, üstelik bana göstere göstere öylece bakması adil değil. 

Düşüncelerimin yine aynı kaldırıma çarpması çok da güzel değil, can yakıcı, acıtan cinsten.

Düşündüm de birtakım değer hesaplarından uzak durmalıyız. Siz ne yapıyorsanız, o an yaptığınıza değiyordur. Demem o ki eğer onları seviyorsanız, sevilmeye değerdir onlar. Onlar da sizi severse siz “siz” olursunuz.

Ümitsizlik ise sevilen cinsten bir şey kesinlikle olamaz. Bunu biliyoruz. Ümit etmeyi sevin.

Şöyle bir lüksünüz var, yorum yapabiliyorsunuz, hem de her şeye dair. Bu, olup biteni sadece dışarıdan izlediğiniz için sahip olduğunuz bir lüks. Yine de olur olmadık şeyler için yorumlarınızı israf etmeyin.

Gözlerimdeki gri lekelerin bu kez belki de akıp gideceğini düşündüğüm için yazayım istedim, yani imkansızlıklar için bile ümit etmeyi sevdim, günün en iddialı saatini seçtim.

Sorun şu ki, geriye dönüp tekrar okuduğumda ne anlattığımı ben de anlamıyorum çoğu kez.
Sen sahici değilsin, ben de gerçeğin olamadım. Ama en azından bir şarkımız olabilir. Hepsi bu.

Bu da şarkı.

9 Şubat 2013 Cumartesi

Cumartesi

Bir çağrışım yapmak gerekirse, burası en çok huzuru çağrıştırıyor.

 
                  - Please, please, please, let me get what I want.

7 Şubat 2013 Perşembe

Yaşasın! Hata Yaptım!


Öfke doluyum. Çok öfke.
İğrenç hissediyorum kendimi üstelik zaman zaman. Kaynağını biliyorum. Sebebi benim. Ya da yaptığım birtakım kusurlar.
Kusur dememeyi ise o kadar çok isterdim ki.

Kimse "haydi biraz da hata yapayım" diye yaşamaz ki zaten. Adı sonra hata olur, sonra günah, kusur, işte adına ne derseniz. Halbuki bu isimler hiç yakışmıyor zamanın birinde "mutluluk" adını verdiğimiz yaşanmışlıklara.

Mesela siz ne çabuk "pişman değilim" diyorsunuz işlediğiniz irili ufaklı günahlar için.
Çok şey öğretmedi size hatalarınız, yanılıyorsunuz. Ölesiye üzdü sadece.
Örneğin ben inandım, öğrenemedim, üzüldüm.

Doğru söyleyin şimdi. Hata yapıp yapıp, yeni yeni acılar öğrenmekten zevk mi alıyorsunuz?
Aslına bakarsanız, zevkli bir yanı yok. Öyle öğrenmek yerin en dibine batsın, olmaz mı? Hatayı hiç yapmamak daha tercih edilesi bir durum değil mi oysaki? Niye pişman olmuyorsunuz?
Ama biliyor musunuz?
Ben de sizler gibi "pişman değilim" diyebilmeyi hiç bu kadar arzu etmemiştim.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Geçimsiz Kardeşler




Mantığınız almıyor olanları değil mi?
Doğrudur. O çok güvendiğiniz mantığınızı işlevsiz hale getirdiler, yaptılar bunu.
Salt duygu insanı oluverdiniz, böyle çabucak, hem de siz!

Endişelenmeyin, siz bir şey yapmadınız. Duygularınız işe koştu aklınızın ipleri gönlünüzden kaydığı anda.
Yeryüzündeki tek ipsiz sapsız da siz değilsiniz üstelik. Hepinizin ortak düşmanları var. Fazlalık duygularınızdan bahsediyorum, paylaşılmayı bekleyen lakin paylaşamadığınız, paylaştırmadıkları duygularınızdan.

Siz unuttuğunuzu sandınız, bağladınız iplerinizi. 
Birisi saçlarıyla hatırlattı.  Birisi yüzüyle. Biri sesiyle. Bir diğeri sözleriyle. Biri kokusuyla. Birisi sevdiği şarkılarla. Birisi yürüyüşüyle. Biri bakışıyla. Hatırlayabilecekleriniz sadece bu kadardı, bitti. Unutmanızı gerektirecek bir sürü anınız bile yok. Bitti. Ama o hatırlatmayı kendilerine görev edinmiş birileri bitmek bilmedi. Bitmeyecekler. Hem de siz hatırladığınız sürece.

Bulutlandı zihniniz, gürledi kalbiniz, yağdı yağmurunuz, aktı kendi toprağınıza.
Korkmayın, gözyaşlarınız güvence altında. 
Birilerinin dokunamayacağı şeyleriniz de var hayatta.
Birileri de hayal kurabilmeyi öğretir mi bana?

Beyninizi patlatın, kalbinizi de sökün sevgili dostlarım. Sahi bir de şunu dinleyiverin.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Geç Kaldım!


Duygularımın tadını alamamaya başladım. Yalnız çay tadı var damağımda sıklıkla, birer saat arayla.

Kusurları görmezlikten gelmeye başladım. Baktıklarımı en sevdiğim renklere boyuyorum zihnimde, örtülüveriyor kusurları. Zaten anıları da siyah beyaz yapmak en güzeli. Örtülsün kusurları, kalsın çikolata tadı.
 ***

Düşünüyorum da bize verilenler tam da bize göre, öylesine değerli. Mesela düşünsenize fazlası olduğunu. Karıncaların ayak seslerini duymak hoş olur muydu?
***

Kalbimden dışarı doğru bir şeyler sızmak istediğinde, konuşmayı onlar da istediklerinde ben bir şey yapamıyorum belki ama Cem Adrian şarkı söylüyor. Ben de onu taklit ediyorum, kapatıyorum gözlerimi.
***

Belki hiçbir yere geç kalmıyorum ama bu lanet geç kalmışlık hissi peşimi hiç bırakmıyor.
Birazdan okula gitmek için hazırlanmam gerek ve ben sanırım makyaj yapmak için geç kaldım.
***

Dün çok mutluydum ben. Ama aç gözlü duygularım var. Onları doyurmayı beceremiyorum, doyurabilenler de burada yoklar. Belki epey zaman da aç kalacaklar.
"Nasıl olur da insanın halinden insan değil de müzik ve kahve anlar?"

16 Ocak 2013 Çarşamba

Sıradan Masaya, Masadan Hayata



Bir dönemin daha sonuna geldik sayın seyirciler.
Bu dönem geçmiş dönemlerimden farklı olarak, öğrencilerin son hafta okulu ektiği lakin öğretmenlerin okula gelme zorunluluklarının olduğu bir dönem. 

Sıralardan masaya geçtiğim dönem. 

Ama sınıflara az öğrencinin geldiği zamanlar ve bu sınıflarda yapılan sohbetler de bir hayli güzel. Dönemin yoruculuğundan sonra karşılıklı olarak tüm sevimliliklerimizin ortaya çıktığı bir dönem, oldukça sıcak bir dönem. Yani ne bileyim, bütünleştirici olmak güzel. Merak edilmek güzel, tüm ayrıntılarınızla. 30 çift göz bu, az değil.

Başlarken yaşadığım tüm şaşkınlıkların, “şimdi ne yapacağım?”ların biraz da olsa son bulduğu dönem bu dönem. Alıştığım dönem. Belki birazcık da mesleğimi sevmeye başladığım dönem. “Benden öğretmen olurmuş aslında ya” dediğim bir dönem. Ailemin, mahallenin, tanıdıkların “öğretmen kızımız” diye bana kucak açtığı bir dönem. 
Belki en çok sevildiğim dönem.

Dönemi kapatıyoruz. Sonra bir yaş daha büyüyorum bu ay. Öyle yeni yeni kararlarım yok, başlangıçlarım yok. Her şey olduğu gibi kalacak, ben ise geleceğim adına biraz daha fazla çalışacağım.
Bir şeyler değişecek, orası kesin. Kim görmüş hep durağan kalan şeyleri. Çoğunun hayatlarında uyguladığını yapıyorum ben de bu dönem, zamana bırakıyorum.

Benim işim insanlarla uğraşmak. Onlara bir şeyler öğretmekten evvel, onları tanımak. Hissettiklerini tahmin etmek. İşimin en çok bu kısmını seviyorum.

Örneğin girdiğim tüm sınıflarda bir çalışma yaptım bu hafta. Bir konu belirledim, onlar da o konu hakkında İngilizce yazı yazmaya çalıştılar. Topladım daha sonra onları, okudum. Konu şu: Write down the four most important things you have and explain why they are important for you.
Yani hayatlarındaki en önemli 4 şeyi yazıp, neden önemli olduklarını açıklayacaklardı.

En başta sadece somut düşünmeyin, soyut şeyler de olabilir dememe rağmen, hemen hemen tüm kağıtlarda “my mother, my father, my brother, my computer, my telephone, PS3” başlıkları var. Gençlik böyle. Okuması çok zevkli. Sizi tanımak güzel.

Hayatlarınızın seyri güzel değişsin. :)