30 Ağustos 2012 Perşembe

Neyse


Her olaydan olumlu veya olumsuz sonuçlar çıkarmak yorar insanı.

'Neyse' ya da 'peki' ile sonlandırdığınız cümleler küfür barındırır içinde. Yorgunluk, bezmişlik, bitsinlik belki de.

Lakin mutluluğu israf etmemelisiniz. Harcamamalısınız durduk yere. Başkalarının mutluluğunun dokunulmazlığını kavramalısınız artık. Dokunmamalısınız.
Bütün o yorgunluklar gelir, gider ve biterler yerlerine daha yenileri ve belki de daha acımasız olanları gelene dek. Her şey yeniden başlayana dek.

'Umudunu yitirme' yalanına inanmamalısınız bazen.
Umudunuzu yitirmelisiniz çoğu zaman. Gerektiği yerlerde.
'Sınırlar' diye bir şeyin var olduğuna inanmalısınız ve sınırlarınızı korumalısınız.
Fedakar olmanın da bir sınırı vardır. Bilmelisiniz.

Kendinizi değiştirmemelisiniz. Aslında ne yaparsanız yapın, değişemeyeceğinize ve değişemeyeceklerine de inanmalısınız.

Yalnız olmamak dokunmuştur belki bünyenize. Böyle de düşünebilirsiniz.
Çok çokum dersiniz kendinize belki çoğu zaman.

İnsanların neden uçamadıklarını düşünürsünüz belki ara sıra.
Sonra gökyüzünde bir balık olmanın saçmalığı gelir aklınıza.
Her şeyin bir sebebi olduğunu farkedersiniz.

Ardından yanıldığınızı fark edersiniz. Çünkü insanlar birbirlerini durduk yere sevebilirler. Sebepsiz.
Bizim küçük akıllarımızın o büyük daireyi kavrayacak yetisi yoktur belki.

Birbirimizi sebepsiz yere sevebiliriz.
Sevin ya da sevmeyin.
Ama yormayın.
Belki siz mutlu olursanız, sadece siz mutlu olduğunuz için mutlu olanlar olacaktır.

23 Ağustos 2012 Perşembe

TAYLOT / TAYLOLHAT / TAYLILHAT


Şu yaz günlerinde grip olmayı başardım.
Gidip, yatıp, dinlenmektense gözlerimi kısarak şu ekrana bakıyorum ya hani, yine bir tebriği hakediyorum.
Kaldı ki pek okurum da yok. Şu yandaki 187 izleyici görünümü kimseyi aldatmasın. Birkaç kişi var düzenli okuyan. Sonra birkaç tanıdık. Sonra bir de öyle uzaktan uzaktan bana sempati duyan ya da belki de gıcık olan birkaç adsız okurum.

Grip için ilaç alayım diye eczaneye gittim az önce. Aklımda tylolhot almak vardı. Hiç sevmem kendisini de esasında. Adını içimden şöyle bir okumamla bir şeylerin ters gittiğini fark etmem bir oldu. Biz bu ilaca yıllardır taylot dedik. Eczacı abiler ablalar da hep anladı. Gerçi ben hiç almadım, annem aldı belki hep.
Sanırım bu kez iş başa düştüğü için düşündüm ilk kez eczacıdan nasıl isteyeceğimi.

Taylılhat desem kendimi ukala, çok bilmiş, artist filan hissedecektim.
Taylot desem kendimi kendimle çelişen biri gibi hissedecektim. Taylot diyenler alınmayın. Cansınız. Biz onu öyle kabul ettik.
Bu arada ben bir İngilizce öğretmeniyim.

Eczaneden Katarin alıp çıktım.
O gerginliği göze alamadığımdan filan değil, Tylolhot'ın tadını sevmediğim için. Hem bence pek faydası da yok. Gerçekteeen.

Burası fazla kız blogu oldu. Yatış vakti.

21 Ağustos 2012 Salı

Evrenin Masum Gezegeni: Salvin


Öyle bir gezegen yok. Benim uydurmam.
Daha doğrusu rüyamda gördüm. Gezegenin bizzat kendisini de görmedim yalnız. Başlıktaki şekliyle adını gördüm ve bir de küçük renkli kareler. Değişik.

Uyanır uyanmaz da yeryüzünde 'salvin' diye bir şeyin var olup olmadığını araştırdım. Daha sonra bunu mu demek istediniz olayında 'salim' gerçeğiyle yüzleştim.

Biraz daha araştırdığımda bir bilim adamının soyadı, birkaç fabrika ismi, bir de adaçayının içinde bulunan ve antibiyotik özelliği taşıyan bir madde olduğunu öğrendim.

Neden masum olarak nitelendirildiğine dair bir fikrim yok. Belki de içerisinde kötü olaylar yaşanmayan bir gezegendir. İyilik vardır belki içinde. İyilik ve kötülük ise her zaman tartışmaya açık olan olgulardır.

Sonuç olarak elle tutulur bir şey yok.
Havalar da serinledi, gece üşümüş olmalıyım.

19 Ağustos 2012 Pazar

Wait babe i can explain!



Dizi ve film izlemeye ya da kitap okumaya birer ödevmiş gibi bakmayı bırakıp da tüm bunları zevkle yapmaya başladığım anda hayatın tadına varacağıma inanıyorum.

Konumuz yine benim hastalıklı ruhum ve birtakım memnuniyetsizliklerim. Blogun açılış amacı. Yine kendime dair. Kendime duyduğum sevgi eksikliği.

Sahi her güzel eyleme bir ödevmiş gibi bakma alışkanlığını nasıl kazandım ben?

Bir dizinin bir sezonunun son bölümüne geldiğimde izlemekten aldığım haz dışında, sonuna gelmiş olmanın verdiği haz daha mutlu ediyor beni. Ya da bir filmin sonuna yaklaşmış olmak mesela. Ya da bir kitabın. Bütün bunları yapmak zorundaymışım gibi. Eh bir bırak kendini de mutlu ol değil mi, zevk al yani, zorun ne?

Belki de izlediğim ya da okuduğum her şeyin bana bir faydası olacağına inandığımdan ya da faydası olması gerektiğini düşündüğümden kaynaklanıyor bu durum. Ben bir bencilim.

Ödev filan yok artık zerap. Hatta ödev veren olacaksın belki bundan sonra. Hadi ama.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Korkaklık Diz Boyu


Var olacağından bile şüphe duyulan bir yarının korkak birer bekleyeni olmaktan kurtarmıyor hiçbir mutluluk hiçbirimizi.
Böyle bir cümleyi nasıl ve niye kurdum bilmiyorum.
Tek bildiğim şey hayatımın şu aralarki seyrinden pek hoşlanmıyorum.
Çünkü korkarak mutlu oluyorum ben.
Korkarak yaşıyorum belki.
Mutlu olmam için sebepler varken, güzel bir sebebim varken, rahat rahat mutlu olmak varken bunu kendime neden yapıyorum onu da bilmiyorum.
Çünkü ben hayatımın hiçbir döneminde tamamıyla rahat olamadım, olamıyorum. Aslında tam olarak kendimi serbest bırakmayı sevmiyorum. Belki de benim farkına varamadığım bir tercihimdir bu.
Ya da bahsettiğim tüm bunlar yeni mezun olmamın tatsız getirileridir.
Hatta kesinlikle öyle.
Bence bu akşam yağmur yağsın. Biz de eski ve güzel bir şarkı olan bu şarkıyı dinleyelim.
Bence yağmaz. Dinleyin yine de.

10 Ağustos 2012 Cuma

Ki Ben

Ah ki ekini bu kadar çok seviyor oluşum.
Ki ekinin ayrı yazılmasına itirazım yok, benden ayrılamaz lakin.
Cümlelerin sonuna bir ki iliştirerek sevimli olmak gibi bir amacım yok.
Bunu hep yaparım ben.
Severim.
Sinir bozucu olduğunu da düşünmem. Sevenler var. Tatlı.

Biraz önce sevdiğim bir arkadaşımdan gelen mesajla yazıya ağlayarak devam ediyorum. Hep de gülmem ki. Ağlarım ki bazen.

"Altı üstü bir serapcan. Anlaşılmaz biri değildir, kolay mutlu olur, karşısındakine bırak kötü söz söylemeyi karşı bile çıkmaz."

Böyle düşünen arkadaşlarım var. Hem de bu arkadaşlarım belki de ömrümün geri kalanında bir daha görmeye imkanımın olamayacağı arkadaşlarım. 4 yıl ile yetinmemiz gerektiğini baştan bildiğim arkadaşlarım.

Özledim ki.

Sonra bir de şu var.


Evet, iftardan sonra tam olarak bunu yapacağım. Önce evdekilerle çay içmek, ardından da kendimle bir kahve.

Ki ekini sinir bozucu hale getirdiğimi anladığım anda yazıyı noktalayacaktım. Öyle de yapıyorum şimdi.

Eh güzel kalalım. Hep birlikte.

5 Ağustos 2012 Pazar

Karamelli Çikolata



Ona yüklediğim tüm yan anlamların yanında bizzat kendisini de seviyorum. Karamelli çikolatanın gerçeğini de seviyorum. En gerçek haliyle.
Şimdilerde ona yüklediğim diğer anlamıyla benim için daha fazla mutluluk verici olmasına rağmen kendisini de unutmadım.
Yemek için kışı bekliyorum.

Sonra üşümek istiyorum.
Soğuk soğuk essin. Ellerim ve ayaklarım ısınmasın her kış olduğu gibi. Şikayetçi olayım bundan. Isındığında da mutlu olayım.

Uzun uzun yazılar yazmak istiyorum. Belki de tüm kısa sözleri bırakıp, uzun uzun yazarsak her şeyi ama her şeyi mutlu oluruz o zaman diyorum.
Mutsuz olmayı bu kadar çok dileyerek yapmayalım istiyorum çoğu şeyi.
Beni kim bu kadar sevmedi de ben bu denli mutsuzum demeyeyim diyorum.

Fonda sürekli bir şarkı dönsün istiyorum. Bu şarkı.
Sarsın hep başa. Ya da ben yeniden ve yeniden o ‘play’ tuşuna tıklamaktan yorulmayayım.
Hem yorulduğumu kim söyledi.

Bir yandan da gözlerimi kapatıp, hiç açmayıp, bir müzik aletini çalmak istiyorum. Tek başıma. Hiç bilmeden. Yan flüt mesela. Güzel olurdu.
Bilmeden. Ama su gibi. Gözlerimi açmadan. Kışın.

Duygularımı ifade etmek için ise nesnelerin varlığına çok şükrediyorum.
Cümlelerle yapamam çünkü. Küçüğüm daha. Kurduğum cümleler boyumdan büyük olur sonra.

Mesela ben karamelli çikolatayı çok seviyorum.
Kış olsun. Yanımda ise iki tane karamelli çikolata.