27 Eylül 2011 Salı

Sözcükler ve Türkçe Karşılıkları

   Sözcükler insanları yakınlaştırmaktan ziyade, uzaklaştırmaya yarıyorlar belki de hakikaten. Sözcüklerle arası iyi olmayanlar için belki de daha çok.
   Sözcükleri iyi kullanamayanlar için büyük haksızlık bu. Sonrasında anlaşılmayı beklemek de umutsuzluk.
   Herkes de sözcükleri sevecek değil ya. Kimileri susarak anlaşılmayı bekler. Kadınlar gibi. Kadınlar hep karmaşık. Karmaşık olmayanı yok, ilkin karmaşık olduğunu göstermeyenler var. Anlaşılmayı beklemek de karşı tarafa haksızlık, erkek ya da kadın fark etmez.
   Bir sözcükle, belki de iyi niyetle söylenen bir sözcükle karşımızdakinin kimyasını alt üst etmemiz de mümkün. Çünkü herkesin sözcükleri güzel değil. Belki bakışı güzel.
   Belki bazıları konuşmasa, sözcükleri hiç kullanmasa biz daha iyi hissederiz. Ya da en azından kötü hissetmeyiz.

 

26 Eylül 2011 Pazartesi

Meyveli Yoğurt vs. Kahve

   Şehrimdeyim artık. Özlemişim evimin odalarını, odamı, yatağımı. Özlemediğim tek şey de kendimizi parçalarcasına temizlik yapmaktı sanırım. Ya da dört ay sonunda benimle birlikte geri dönen kocaman valizi yerleştirmek. Ya da pazara gitmek falan. Hepsi olabilir.
   Cuma günü döndüm Edirne'ye, yolda yaklaşık benim kadar valizi nasıl taşıyacağımı kara kara düşünerek. Hallettik çok şükür. En çetin savaş eve gelişimizle başladı tabi. Faturaları yatırmak, evi baştan aşağı temizlemek, herşeyi yıkamak, markete ve pazara gitmek gibi. Hatırlamadıklarım da vardır mutlaka. En komiği de battaniyemi banyoda yıkamaktı sanki. Üzerinde tepinmek acayip kalori yakıyor bence. Görüntü de komik haliyle. Kayıp düşme tehlikesi de var, kaymadım da değil zaten. Neyse ki iyiyim.
   Bütün çarşaflarımızı, nevresimlerimizi yıkadığımızdan hepimiz salonda uyuduk birlikte mesela, bu da güzeldi. Duvarda böcek görüp yastıkla öldürme çabamız, ya biz uyurken üstümüzde gezerse korkumuz. Güzeldi hepsi de.
   Dördüncü yılımıza girerken bir kez daha her yıl tekrarlanan yorgunluğumuzu yaşamak güzeldi ama hüznü ise kötü. Çünkü sonun başlangıcı deniliyor durumumuza. Çok alıştık birbirimize biz, çok sevdik. İlk yılımızda bulduk birbirimizi ve hala birlikteyiz. Umarım daha çok seneler birlikte oluruz yan yana olmasak bile.
   Okula da gittim bugün. İlk gün. Herkes hala aynı. Hiç gitmemişim gibi İstanbul'a. Herkeste bir 'bitse de gitsek' havası. Son yıl atmosferi.
   İnternetimizi de yeni açtırdık, o yüzden okuyamadım blogları. Şimdi benim çok işim var, okuyacağım çok fazla blog, okuyacağım bir kitap ve izleyeceğim diziler var. Glee'den başladım. Bu gece uzun gibi.
  Beni bu yoğunluğumda ve yorgunluğumda yalnız bırakmayan arkadaşlarım meyveli yoğurt ve kahveye teşekkürler.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Üçü bir aradaağ.


   Biri Kayseri'de okur.
   Biri Konya'da.
   Biri de Edirne'de.

   Ama bugün üçü bir aradaydı. Senede bir ya da iki kez görüşmek mümkün olsa da, hepsinin farklı şehirlerde farklı hayatları ve farklı en yakın arkadaşları olsa da, lisede bıraktıkları gibi devam ederler dostluklarına kaldıkları yerden.
   Güzel bir gündü bugün, bol gülmeli bir gün. :)




 

20 Eylül 2011 Salı

"Balık kuşa aşık olabilir tabi ki, ama birlikte nerede yaşarlar ki?"

   

Aklım, işine baksana sen.


  "Ben ve planlarım"dan sıkıldım. Plan denilmez bile onlara. Plan yapamama özrüm varken.
   Kafamın içinde bir sürü düşünce sıralı ve düzenli duruyorken nasıl oluyor da sağlıklı kalabiliyorum, bilmem.
   Okul açılınca bu halimde ciddi manada bir artış olacak büyük ihtimalle. Şöyle ki "ütüyü sabah yapsam derse yetişmek için saat kaçta kalkmalıyım? Ödevi yatarken yaparım zaten. Saçlarımı da sabah yıkarım. Makyaj falan da 20 dakika sürse." gibi. Hastalıklı düşünceler yani.
   Çok çok fazla can sıkıcı bu.
   Yorucu.
   Oysa ki ben bir günlüğüne bile olsa deli olmak istiyorum. Aklına eseni yapmak gibi bir şey söz konusu bile değil benim için.
   Herkes deli de bir ben mi akıllıyım?
   Bazen de insanların aşırı plansız olması rahatsız edici geliyor bana. Kendime fazla alıştığımdan olabilir.
   Bu durum bana zarar vermedi hiç, hatta hep lehime işlemiştir. Planlı olmak her zaman işe yarar çünkü.
   Ama deli olmak da özenilesi bazen.
   Zaman ayarım yok benim bir de. Her yere zamanından erken giderim hep. Hep beklerim. Bir yere geç kaldığımı hatırlamıyorum bile. Genellikle planlanan saatin yarım saat öncesinde falan olurum gideceğim yerde. Bazen daha erken bile olur hatta. Seviyorum ama bunu. Beklemeyi seviyorum yani. Beklerken insanları izlemek zevkli mesela.
   Sanırım kendimle çok başbaşa kaldım tatil süresince. Okul açılıyor sonunda, planlarım beni bekler. Cuma sabahı Edirne de beni bekler.

16 Eylül 2011 Cuma

Menemen Olayı

   Doğrusu melemen değil, menemen. Lütfen, TDK'dan bakıldı.
   Aslında adını duymak istemiyorum mesela şu anda, ama olsun. Günün şu saatine kadar ellerimin alev alev yanmasına sebeptir kendisi. Dikkat ederseniz sinir olup, görsel bile bulmak istemedim yazıya.
   Güne menemen ile başlamıştık annemle. Her şey güzeldi. Ben yapmıştım, biberin acısından ellerim yanmıştı, akşama kadar geçer, neyse dedim.
   Babam geldi, canı menemen istiyormuş. Ona da yaptım, ellerimin acısı geçemedi.
   Biraz önce abim aradı, "geliyorum Serap çayı koy, bi menemen yapsana ya" dedi, ona da tamam dedim. Bu post üçüncü menemen yapımının sonunda kaleme alınmıştır.
   Öyle çok sık menemen yapılan bi ev de değildir bizim ev. Bugün değişik bi gün.
   Ellerim aynı. Nasıl bibermiş onlar.
   He bi de şu anda dünyayı kırmızı-yeşil görüyorum mesela. Renkleri sevmek derken bunu kastetmemiştim ben. Domates ve biberleri doğramak için harcadığım ayakta kalma süresinden bahsetmiyorum bile.
  Gidiyorum ben madem ellerime üfleyerekten.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Bir Yeni Mesajınız Yok

   
   Herşey basit. Ama her şey. Yaşamın aslında basit olması gibi. Yaşamak gibi. Şartlar zor. Şartlar zorlaştırır yaşamayı. İnsanlar zorlaştırır. Ama yaşamak basit.
   İnsan yalnız kalınca kendine acımaya başlıyor mesela, insanların nasıl olup da bu kadar neşeli olabildiğine şaşıyor. İnsanlar bu kadar keyifli olan şeyleri nereden buluyor?
   Bir yandan da düşünmek lazım. Daha mükemmeli nasıl olabilir ki? Hem her şey mükemmelken insan insanlığını unuturdu herhalde.
   Bir sürü hayat var, hayatlarına tanıklık ettiğimiz. Ama kim kimin yerinde olmak ister ki? Herkes aslında olduğu yerden memnun içten içe şikayetçi olsa da. Bir dahinin aklını istememek gibi, kendininkini hiçbir şeye değişmemek gibi.
   Ama bazen insan yalnızlığını gözüne sokarcasına telefonuna gelen operatör mesajlarına da gıcık olmuyor değil. Gelen mesaja bakmak için yerinden kalkıp o mesajı görmekle geçen zamana acıyor sonra.

Dedikodulu Mim

   
   Kırmızı Başlıklı Pollyanna ve deeptone mimlemişler beni. Teşekkürler. :)
   
   İlk düzenli okuduğunuz blog ve hissettikleriniz:
   Berdush vardı. İlk olarak onun blogunu okuyarak başladım, sıkı bi takipçisiydim, ama kapattı blogunu. Ona gelen yorumlardan da diğer blogger'ların bloglarını okuyordum. Hatta deep: Seni ondan beridir okuyorum ben aslında. :) Yanlış hatırlamıyorsam Mia'yı, Arya'yı ve Funda'yı da öyle. :) Blogum yokken de okuyordum yani.

   Sanal alemden tanışıp, görüştüğünüz blogger'lar:
   Berdush vardı. Onun dışında Mephisto. Ama artık görüşmüyoruz onunla. Bi de Umut var, hani sadece umut olan. :) Mailleşiyoruz arada. Başka da yok.

   Blog dünyasına adım attığınızda , gökyüzündeki yıldız kadar parlak gelen, asla onun gibi olamam diye düşündüğünüz blogger'lar:
   Çoğuna hayranlık duydum, hala da duyuyorum. Ama onlar gibi olmayı istemedim öyle, onların öyle oluşunu sevdim. :)

   Kendinize yakın bulduğunuz blogger'lar:
   Ama bu soru zor. :) Bütün okuduğum blogları yakın buluyorum ben kendime, hepsi ayrı ayrı değerli. Hem yakın bulmasaydım okur muydum hiç. :) Zevkli sizleri okumak. :)

   Moda blogları arasında en sevdiğiniz blog:
   İzlemiyorum onları pek. Ama hera var takip ettiğim ve sevdiğim. :)

   Yazılarını okurken keyiflendiğiniz blogger'lar:
   Yine ayrım yapamam ki. :) Çünkü blog okumak genel olarak keyifli bir şey zaten. Bilgisayardaki vaktimin çoğu sizleri okumakla geçiyor dostlar. :)

   Sürekli sayfasını açtığınız, okuyup yorum bırakmadan çıktığınız blogger'lar:
   Mephisto var hep bloguna baktığım ama yorum yapmadığım. Sonra deep var, her gün birkaç kez baktığım. :) Ama ona yorum yapıyorum arada. Luna var kendime çok yakın bulduğum. :) Diğer izlediğim blogları da takip ediyorum genellikle, okuyorum çoğunu.

   Blogger dediğiniz an aklınıza ilk gelen isimler, kopya çekmeksizin:
   Luna, deep, mephisto, mia, umut, kepazeyim, larien, hayalhanem, edibüd, mel jones, mr.e, lütfücüğüm, uf daha çok var aslında, şimdilik aklıma gelenler, unutmuşumdur kesin çoğunu. Darılma gücenme falan olmasın yahu. :)

   Ben mimlemiyorum kimseyi, isteyen yapabilir. Çoğu kişi mimlenmiştir zaten çoktan. :)
   Kalın sağlıcakla. :)
   

13 Eylül 2011 Salı

Books, books, books!

   
   Biraz önce kitap okuyordum ve canım sıkıldı. Ne yaptım peki? Halihazırda düzenli olan kitaplarımı düzeltmeye kalktım. Her zaman zevk aldığım bir eylemdir kendisi.
   Çok fazla kitap okuyan biri değilim şu sıralar. Ama okumuyorum da değil. Böyle ortası bi şeyler. Benim ilgi alanım daha çok kitap satılan yerleri gezmek, kitaplara dokunmak, gerekirse almak. Mesela kitap hediye edilmesi de çok güzel bi şey. Ama bana ısrarla kimse kitap almıyo ki. Halbuki uğraşmıcaklar hediye seçme derdiyle yani kitap almayı seçseler. İnsanları anlamak gerçekten zor.
   Bunlardan ziyade kitapları koklamak gibi psikopatça bi huyum da var. Kitap kokusuna ölünür, kafa bulunur gerekirse. Yani ayık gezmiyorum ben mesela. Boya, oje, uhu falan gibi kokulara da ilgim mevcut ama o konuya girmeye gerek yok şu anda, saptırmayayım.


   Her neyse, bütün kitaplarımı döktüm ortaya. Tekrar sıraladım onları kendi kafamdaki önem sıralarına göre. Ben her kitap alışımda ilk sayfalarına aldığım tarihi yazarım çook eskiden beri, kitap okuma alışkanlığını kazandığımdan beri hatta. Bu o kadar güzel bi şey ki, cidden. Çünkü düzeltirken hepsini açıp ilk sayfalarına şöyle bi baktım. Büssürü yıl öncesini gösteriyo tarihler mesela, o zamanlar kaçıncı sınıfta olduğumu düşündüm, neler yaptığımı düşündüm. En çok da bu işe yarıyor kitapları düzenlemek. Anılar meselesi yani.
   Sadece tarihler de değil, aralarındaki ayraçlar, yazdığım notlar falan. Böyle aptal bi gülümseme oluştu yüzümde yazdıklarımı görünce. Üniversite tercihlerimi sıralamışım bi kağıda, puanlarını, başarı sıralarını yazmışım, onu gördüm bi kitap arasında. Hele onu görünce o kadar tuhaf oldum ki. Yaklaşık dört yıl öncesinin heyecanını yaşadım sanki tekrar. Büyümüşüm ben.
   
   Ayrıca o kadar çok kitap almışım ki gençliğimde, bizim burada bi kitapçı var, onu ben zengin ettim sanırım. Bu demek oluyor ki eskiden daha çok okuyomuşum ben. Çünkü tarih aralıkları da kısa süreler genellikle. O yüzden eski alışkanlığımı geri kazanmalıyım acilen! Bu yıl çok okumalı, ders de çalışmalı çokça. Malum KPSS beni bekler.


   He bi de ödünç kitap alıp geri vermeyenlere acayip kılım. Büssürü kitabım gitti öyle. Oysa ki ben koklayıp bağrıma basmıştım onları. Bi de herkesin başına geliyo bu olay. Uzun zamandır kimseden ödünç kitap almıyorum ben. Bendeki hassasiyetin onlarda da olacağını düşündüğümden. Cimriyim galiba.
   Neyse gençler, okumak lazım, gerçekten.