31 Aralık 2011 Cumartesi

Babadan oğula eserdi hayat, bunu konuştuk.
Gecenin aydınlığının sefasını sürdük bu kez, karanlığı hiçe sayıp.
Haksızlığa uğradığımızdan bahsettik.
Haksızlık kimin hakkıdır ki? Düşündük.
Yalnızlığın hakkını verdik o sırada. Payı epey büyük.
Altı tane şarkı söyledik, bastırdık evrenin sesini.
Bu kez sadece kendi seslerimizle eğlendik.
2,5'luk kolayı devirdik bir gecede, efkarlandık, hakkımızdı.
Her cümlenin sonu bir sen'e dokundu. Herkesin bir sen'i var, senden ziyade.
Sene hesabı yapmadık, hesabımız kurudu.
Cümlelerimizi süslemeye sözcüklerimiz yetmedi, hazırlıksız yakalandık.
Makyaj yapmadık.
Kimse birbirine 'hasta mısın sen?' demedi. Solgun hallerimizi sevdi gece.
Dertlerimizi en yalın halleriyle sunduk birbirimize, makyajsız.
Aynı sadelikte aldık cevabımızı.
Bu gece hayat içtik biz bardak bardak.

29 Aralık 2011 Perşembe

Herhangi Bir Şiirin Devamı

   ...

   Karanlık katmanlaşıyor, her birinde farklı bir sen
   İncelerek kayboluyor dumanlar
   Gerçeğin hala gizli griliklerde
   Katmanları yıkıp, görüntünü bırakıp, benliğinle besleniyorum.

   Mumları görmek seni görmekten daha iyi geliyor bana
   Yakıyorum, söndürüyorum
   Oysa ki rengin de kırmızı.
   Yakıyorsun, sönmüyorsun
   Söndüremiyorum.

 

18 Aralık 2011 Pazar

Season 04 Episode ...


   İlham meleğini "git başımdan" diyerek kovabiliyor bazen insan. Gecenin bir yarısı olmuşsa, kalkıp da yazmaya üşeniyorsa insan mesela, terbiyesizce kapı dışarı ediliyor melek. Çok ayıpça, biliyorum. İlham bir melekse uyku bir şeytandır gerçeğini hiçe saymamak lazım. Burada bir suçlu varsa, yani varsa eğer gerçekten, o da kalkıp en azından not almamı engelleyen uykudur. Şöyle de bir şey var. Meleğin tüm gün orada burada ilham dağıttıktan sonra, ben gözlerimi kapattığımda yanıma sağdan sağdan yaklaşması hoş değil. Adil değil bir kere. Hep bir suçlunun peşinde olmak gibi bir suçun varlığını da yadsımamak gerekir. Hakikaten neyin peşindeyim ben?

   Öncelikle 4. sezonun bilmem kaçıncı bölümündeyiz, mezun oluyoruz, hala şaşırtıcı planlar yazamadık hayatımız üzerine. Oyuncu kadrosunu da genişletemedik mesela. Amerikan dizilerindeki gibi gündelik action'lar isteriz biz, birbirine bağlı olaylar silsilesi değil. Aynı temayı sürekli işlemek sıkıcı olabiliyor. Sıkıcı.
   Tek beklentimiz iyi bir final bölümü yapmak olsun o zaman, sonumuz güzel olsun.
   Season 4 olmuş kuzum, biz hala neyin peşindeyiz?

16 Aralık 2011 Cuma

Hayırlısı

   Bizim evin karşısındaki durakta beklediğine göre otobüs bekliyor olmalı. Yağmur yağıyor. Onun üzerine yağmıyor ama, korumalı durak. Durakta beklemesi ve yağmurun yağması başlı başına bir hüzün.
   Yağmur yağdığında, durak dolu olduğunda ve ben de evde olduğumda, müzik dinlediğimde onlar için yazılar yazasım gelir. Kendi dilimden onların henüz okumadığı hayatlarını yazmak gibi. Başı sonu belli olan. Onların sonlarını bilmediği hikayeler. Hikayelerin sonlarına bakılmamalı çünkü. O kadar da meraklı olmamalı insan. Merak o kadar güzel bir şey değil bazen. Hikayenin sonuna gelmek korkusu gibi bir korku da vardır belki.
   İçimden onun tanık olamayacağı ve beni okuduğunda hayretler içinde kalacağı, yazdığım gibi yaşamadığına dair şükredeceği onlarca senaryo yazıyorum. Benim değil bu suç. Yağmurun ve durağın suçu.
   Yalnız yaşadığını, eşinin yıllar önce öldüğünü, kendisine bakmayacak çocuklarının olmadığını, bol dumanlı yerlerde geçen saatlere acımadan çay üstüne çay içtiğini, paketlerce sigara tükettiğini, gazete okuduğunu, memleket meseleleri haricinde etrafındakilerle hiçbir kelam etmediğini, arada bir susanların aksine arada bir konuştuğunu, eve dönmenin onu korkuttuğunu, evine uzak olduğu halde gitmekten vazgeçmediği kahvehaneden ayrılıp, onu bir an olsun yalnız bırakmayan yalnızlığıyla yalnız kalmaktan korkarak evine dönmek üzere bizim durağa geldiğini, bir sonraki durağının ise son durağı olduğunun fazlasıyla farkında olduğunu yazıyorum içimden. Ben kötü hikayeler yazıyorum, doğru.
   Eee'si yaşlı bir amca o. Bence çarşıya evinin faturalarını yatırmak için gidiyor, o yüzden gelmiş bizim durağa. Eve dönecek sonra, e teyzem de hazırlar ona sofrayı şimdi dönene kadar.
   Hala hüzünlü, yapacak bir şey yok. Durağı buradan kaldırsalar kalıcı bir çözüm olabilir. İnsanların hayatlarıyla oynamamış olurum içimden. Yağmurun ve durağın suçu bu.


   Burası da konusu geçen bizim durak, biraz önce çektim fotoğrafını. Gördüğünüz üzere kimseler yok.

13 Aralık 2011 Salı

Uçuyorsun, kaçıyorsun. Sonra sana uçuk kaçık diyorlar.

"Kendini martılarla bir tutma, senin kanatların yok."

   Uçup gitmektense araya bir toplu taşıma aracını sokmak fikri kötü gelebiliyor. Mesafe uzuyor. Etrafınız kapatılıyor. Araba gibi bir şeyle. Camları falan. Dışarısı görünüyor. Dışarısı sizi görmüyor ama. Kötü bu.
   Sonra gidesiniz gelmiyor. Uçamadığınız için rüzgar gözlerinizden de öpemiyor. İnsanın martı olmadığını kabullenmesi gerekiyor.

   Küçük İskender de bana kara şövalyem derdi. İnsanın söylediği yalana bir süre sonra kendisinin inanması gibi bir durum da var. Lisede söyledim bunu. Hala söylerim. Hala inanır gibi olurlar. Hala güleriz.
   Sanat terapisi gerekli.

 

10 Aralık 2011 Cumartesi

Bugün orada da cumartesi mi?


 
 
 
   Tüm bu saçmalıklardan sonra, bu da 3D ders materyalim, sunumlar malumunuz. :)

 

8 Aralık 2011 Perşembe

Yer misin yemez misin?

Kendimize rağmen şu mutlu olma işini gayet güzel kotarabiliriz bence. Olmak istediğimiz yerleri yerlerinde bırakıp, şimdiki yerlerimizden memnun olarak yerli yerinde bir karar vermiş oluruz böylece. Sonra da bu anın fotoğrafını çekip, anı ölümsüzleştirelim. Anlarımızın yerlerini değiştirmek söz konusu değil her zaman.

Çıkıp biri de sormuyor ki neyin var diye mesela. İnsanlar korkmamalı sorarsam incinir diye. Üstüne gitmeyin şimdi de denmemeli. Ağla ağla, açılırsın ya da. Bunun gibi şeyler. Bilmem ki. Olmaz gibi. İlgilenilesi zamanlar tam da o zamanlar aslında. Beni yalnız bırakın diyen çoğunluğu saymazsak tabi.

Öyle yani.

 

5 Aralık 2011 Pazartesi

   Sana bakarken kuşları düşünmemek mümkün değil.
   İnsanın tüm korkaklığına rağmen korkutmaktan korkması gibi mesela.
   "Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum." demiş hani Nazım Hikmet.
   Ben de öyle. Tek bir farkla.
   Sen şarkı değilsin.
   Türkü gibisin sevgili.
   Dinledikçe dinlendiren.
   Dinlemenin yetmediği yerde söylenmek istenen.
   Söyledikçe de kendini sevdiren.
   Ben artık türkü dinliyor, türkü seviyorum.
   Aslında tam da bu sebepten.