26 Şubat 2012 Pazar

Sanmayın ki duygusalım.

Zamanlar topladım ben güzel karton bir poşette.
Harcasan da bitmeyecekti.
Bende eksilttiğine ve acımadan harcadığın şeye "sabır" adını vermiştim. Zamanlarla aynı poşete girdi sabır. Bende ne beklemek için zaman, ne de sabretmek için sabır biterdi. Gönlünce harcaman için saklamıştım, dilediğince senindi.
Bir de yazılar yazdım sen okursun diye.
Geçmiş zamanı kullanmayı sevdim.
Eksiltili cümleler kurdum çoğunlukla, biriktirdiğim zamanların anısına. İçten içe cümlelerimi tamamlamanı istediğimdendi belki. Beni "tam" yapman içindi. Ya da eksikliğimden yakındığım için.
Poşet benimdi. Sabır ve zamanı ben karıştırdım.
Sen hiçbir şey yapmadın.
Ben de fedakarlık yaptığımı sandım.
Bir de üstüne özneler arası ayrımcılık yaptım.
Zaten ben üstüne basa basa "ben" dediğim zaman eksildim.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Yazık denen bir şey var.

"Katranı kaynatsan olur mu şeker? Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker" diye atasözü bile varmış. Çoğumuz da insanız son tahlilde. Bazen ne yapsak olmuyor. Bazen ağzında kalan o acımtırak tattan kurtulamıyorsun dostum.
Zaten aç kalamıyorsun, ondan bahsetmiyorum bile. Lakin tatlıdan da vazgeçemiyorsun. Uzaktan bir ":)" tatlı ihtiyacını gideriyor muhtemelen. Sen zaten hafif tatlılar seviyorsun. Yakından dolu dolu ":))" ler fazla sana.

Çünkü her konuyu yalnızlığa bağlamak sıktı artık. Çünkü her yalnızlık konulu yazı birbirine benzedi. Yalnızlığını sevdiğini iddia ediyorsun, yazılanları okumak yerine bir de sen yazıyorsun aynılarından, oradan buradan birkaç yalnızlık çalıp. Çünkü olmuyor, eğer yalnızsan yalnız kalamıyorsun. Bir sürü ortağı oluyor senin "yalnızlığım" dediğin şeyin. Yanılıyorsun, çokça. Paylaşımcı ruhun bölüştürüyor elindekini herkese parça parça. En büyük payı sen alıyorsun tabi ki. Arada sırada da ağzının payını aldığın oluyor.

Aklının alakasız yerlerinden bir sürü kelime bulup, cümlelere döküp, yazı diye koyuyorsun bir de bloga sonra utanmadan. En azından paylaşılmış yalnızlık diyebiliriz belki bunun adına.

14 Şubat 2012 Salı

Para benim elimin kiri.


Günlerden bir gün Serap, Edirne'deki şu meşhur Aydın Ciğerci'den ucu azcık eksik olan bir 20 lira alır para üstü olarak. Öncelikle bunu farketmez, eve döndüğünde farkeder, ancak artık vakit oldukça geç olmuştur. Zaten bu parayı mutlaka birine veririm diye düşünür kendince.

Denemeler başlar.

İlk gün evlerinin oradaki markete gider kontör almak için. Abla parayı alır, fakat fazlaca açıkgöz olduğundan almasıyla geri uzatması bir olur. "Kızım bu para eksik ama" der, Serap "aa olmaz mı yani" gibi şeyler söyleyerek marketten ayrılır.

Denemeler istikrarla devam eder.

Ertesi gün, Serap insanı akşam film izlemeden önce marketten cips, çekirdek gibi şeyler almak üzere evden çıkar. Kafasına koymuştur, o parayı bugün verecektir o markete. İçeri girer, nevaleyi alır, kasaya yönelir, kasiyer kız tam da telefonla konuşmaktadır, Serap'ın gözlerinde çocuksu bir mutluluk görünür o anda. Kız telefonda olduğu için, paraya bakmadan alıp kasaya koyacağını düşünür içten içe. Kız parayı alır, kasaya koyarken dan dan! Farkeder ve "canım bu para eksik ama" der. Serap o an yaşayan tüm umutlarını kaybetmiştir. Alacaklarını alır, yine marketten ayrılır.

Denemeler yine devam edecektir.

Ertesi gün, Serap okula gitmek üzere evden çıkar. Kantinci abla acaba parayı alır mı diye de düşünür. Ders bittiğinde arkadaşlarıyla kantine gider. Serap heyecanlanmaya başlamıştır bile. Otururlar ama parayı kullanamaz, çünkü centilmen bir arkadaş tüm çayları alıp masaya gelmiştir. Muhabbet başlar.
Laf arasında Serap bu para mevzusundan bahis açar. Centilmen arkadaş "otobüsler falan alır onu ya, parayı incelemek için vakitleri olmuyor onların o anda" der. Serap'ın zihninde ışıklar yanar, umutları yeniden yeşermiştir.

Serap'ın bir kez daha deneme hakkı vardır artık.

Okul çıkışında ev arkadaşlarıyla çarşıya gider Serap. Yemek yerler ve dönerken otobüs şoförüne 20 lirayı katlanmış bir biçimde uzatır. Adam bakmadan parayı alır ve üstünü verir. Serap içinden zafer nidaları atar. Sevinç çığlıkları yankı bulur içinde. Otobüsün içinde ilerler ve oturur bir yere. Arkadaşlarıyla çakalca gülümseşmeyi de ihmal etmez. Mutludur artık.
Gel gelelim bu sefer de bir korku kaplamıştır içini. Ya şoför birine para üstü verirse ve verdiği kişi de "bu para eksik ama" derse, ardından da şoför "kapalı bayan" diye çağırırsa onu diye korku dolu anlar geçirir Serap. Artık fazlaca gerilmiştir. Bir an önce eve gitsek de kurtulsam diye düşünmektedir. Bir iki durak önce inmeyi bile düşünmüştür, yürüyüş olsundu maksat. Görüldüğü üzere savunma mekanizmaları harıl harıl çalışmaktadır o sırada.
Gergin bir bekleyişten sonra inmek vakti gelmiştir. Yeniden mutlu olmaya yakın hisseder Serap kendini. Belki de özgürdür artık. Ama tam inerken arkasından birinin kulağından tutup "gel sen bakiim buraya" diyebileceğini de düşünmeye başlar.
Her neyse, inmiştir Serap arkadaşlarıyla otobüsten. Kurtulmuştur koca yükünden. Mutludur artık.
Arkadaşı da biraz önce camdan bakarken tatsız bir şaka yapmıştır Serap'a. "Serap muavin gelmiş, kapıda bekliyor." diyerek. Gülmüşlerdir, eğlenmişlerdir.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Sevgililer gününüz kutlu olsun falan filan gibi şeyler.

7 Şubat 2012 Salı

Konumuz "aşk" değil, cidden.


Bir insan bir insana yeterdi herhalde. Fazlası fazladan dert, yük.
Aşık olmak denilen şey -eğer gerçekten varsa öyle bir şey- bir kişiye mahsus dediklerine göre. Sizi şair, aşık olunanı da şiir yapar o halde. Şiir gibi olursunuz. Hem ruhunuzun hem de egonuzun karnını doyurursunuz.
Eğer şiir olamazsanız bu "hiçbir şey" olduğunuz anlamına gelmez. Çünkü siz aslında sadece güneşi sevmiyorsunuz. "Siz" olmak her zaman yağmur ve güneşin birbirine eşlik etmesi demekti siz birer "şiir" olana dek.

Şiirler ya güneşten, ya yağmurdan, ya mutluluktan ya dertten yazılıyor o zaman. Oysa ki siz belki de sadece dert istemiyorsunuz. Dertten yakınıp karalıyorsunuz bir şeyler mutluluğu bulmak niyetine. Mutlu olduğunuzda vefasız bir dostu oluyorsunuz belki de kelimelerin. Güneşli havalar set kuruyor kaleminizin tam önüne. Yağmur yağdığında ise tekrar alıyorsunuz elinize kalemi, kağıdı. Araya giren soğukluk küstürmüyor sizi çoğunlukla. Çünkü insanlar genellikle arayıp sormadığı dostlarıyla da aylar sonra karşılaştıklarında kaldıkları yerden devam ederler sohbetlerine.Vefayı tartışacak halleri yok çünkü. "Neden merak etmedin hiç beni?" demek çok gereksiz. Hayır, kinaye yapmıyorum. Böyle olmalı.

Nihayetinde küslüğün lafını bile etmeden eski muhabbetiniz kaldığı yerden devam ediyor kelimelerle de insanlarla olduğu gibi, yine bolca o "malum kelime" ile dolu satırların eşliğinde.
Belki şiirler kelimeleri "aşk" olsun istemiyor sadece. Belki yeryüzünde o kelimenin varlığı/yokluğu belli bile değilken insanların şarkıları, şiirleri, fimleri ve daha birçok sanat ürününü bu tema üzerine kurmaları kıs kıs güldürüyor sanatı. Siz ise ağlıyorsunuz aşktan.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Belki de insanlar ana rahmine dönmek istiyorlardır.

Cenin pozisyonunu severiz.
Herkes için ayrı bir anlam ifade ediyor mutlaka. Sağladığı faydaya göre. Böyle bu işler.

Kimine göre böyle uyuyanların psikolojik rahatsızlıkları var. Kimine göre en rahat uyuma pozisyonu. Bir de bu pozisyonda hala uyuyamayanlar var tabi. bknz: ben
O kişileri kutluyoruz, ille de bir faydası dokunsun demeyen insanlar bunlar.

Bazılarına göre üşüyen insanların uyku pozisyonu. Burada da bir adet "ben" var.

Sessiz, huzurlu, izole pozisyon. En sevdiğim. kalpkalpkalp. Kalp yazınca kalp çıksa keşke mesela.

Bir de bu pozisyona girildiğinde, vücut yüzeyi küçülmüş olur. Böylece soğuktan korunup mutlu olursunuz. ehe.

"Sevimliyim ama güzel değilim. Günahkarım ama şeytan değilim. İyiyim ama melek değilim." demiş bizim kız Marilyn. Ben de desem olur belki.