25 Aralık 2012 Salı

Hıhım, haklısın.



Beni memnun etmeyen bir şeyler var, memnun eden az şey var.
Ben her daim memnun olmak oyununu oynayan bir memnuniyetsizim.
O zaman tüm dürüstlüğümle: Tanıştığımıza memnun olmadım hayat.
***

Hayat ve içindekiler bu kadar tutarsızken, benim sürekli tutarlı olmaya çalışmam çok saçma.
Sırf bu yüzden diyorum ki bir dediğim bir dediğimi tutmasın, insanların canı acısın.
Birisi bir sözüyle çat diye kırıveriyorsa beni orta yerimden, ben de yapabilmeliyim.
“Haklısın” demeyi bırakmalıyım bir kenara. Ben de haklıyım.
İlk iş, gülümsemeyi bırakmalıyım.
Bir savaşsa bu hayatla aramızda olan, 23 senecik hayat daha güçlü. Ben ondan daha küçüğüm. İkimizden biri değişecekse eğer, o şanssız benim.
***

Hiç kimse elini kolunu sallaya sallaya mutlu olmasın, herkes mutluluğu hak etmek için bir şeyler yapsın.
***

Güzellik, güzellikle karşılık bulmuyor. Başının üzerine çizip durduğun o baloncuklar, bir iğneyle patlatılacak kadar zayıf, bir nefesle uçacak kadar narin.
Sen çiziyorsun, birisi dolduruyor içini. Sonra aynı kişi sıkılıyor o balondan, başka oyuncaklara kayıyor gönlü. Batırıyor iğnesini, ses bile çıkarmadan patlayıveriyor balonun.
Ya da üflüyor bir kez, uçup gidiyor bulutçuk.
 ***

Kimse açıp da kalbime bakmıyor.
Hissettiğim ve hissettirilen tek güzel şey kendimi güzel hissetmek. Ne kadar acınası.


21 Aralık 2012 Cuma

Tüm acılarım bana "Büyüyünce sevinç olacağız biz!" diyorlar.
Seviyorum onları. :)

19 Aralık 2012 Çarşamba

17 Aralık 2012 Pazartesi

Meyve

Sen gittin.
Ben hiç meyve yemedim.
Ve kimse için iyi olmam gerekmiyor.

12.12.12

16 Aralık 2012 Pazar

İsim Frekansı?


Ya şair, ya yazar, ya ressam, ya astrolog. Öyle biri olduğu kesin. Söyledikleriyle değil, görünüşüyle de öyle.
Birazcık tanıyabiliyorsam insanları, neredeyse eminim, öyle biri olduğu muhakkak.
Ya da yanıldığımı varsayarsak, saydıklarımdan birini kendine rol edinmiş ve bu şekilde kadınlarla konuşmaya çalışan bir zampara. Öyleyse oldukça başarılı. İyi oyuncu.

Biraz önce eve dönerken metroyu tarif etmemi isteyen birinden bahsediyorum.

- Bakar mısınız?
- (Baktım.)
- Metroya nasıl giderim buradan?
- Düz yürüdükten sonra sağa dönün, aşağı tarafta.
- Ama orası Üçyüzlü değil mi?
- (Bir an emin olamayıp arkama döndüm ve baktım, doğru tarif etmişim.) Yok yok orası metro.
- Tersiniz döndü galiba?  (İşte o konuşma geliyor.)
- Çok güçlü yürüyorsunuz, güçlü bakıyorsunuz. Evrendeki ışığınız çok kuvvetli. Enerjiniz çok yüksek, büyük amaçlarınız var. Ama korkularınız var. Evet evet, çoğu şeyden korkuyorsunuz, bilmeliydim.
- (Durup da dinlemem büyük hata.) Neyse iyi akşamlar.
- İsim frekansınızı öğrenebilir miyim?
- Adımı mı soruyorsunuz? (Evet burası olay. :D)
- (Sadece gülümsedi.)
- Gerek yok, iyi akşamlar tekrar.
- Korktunuz mu? Korktunuz yine. Korkmayın.

Bu kez hiçbir şey söylemeden arkamı döndüm, yürüdüm gittim.
Ne yalan söyleyeyim korktum. Korkularım var sahiden, adam haklı. :D

Öyle dikilip de ne diye dinledim bilmiyorum ama o kadar naif görünüyordu ki sanki onu dinlemezseniz ağlayacak gibi. Ne garip.

"ahahahahah saf kelebek" diye yorum yapmazsanız sevinirim. :D

14 Aralık 2012 Cuma

Çay Saati

Cümlelerim olsun istedim uzun uzun.
Bir iki söylenmiş güzel sözüm olsun diye bir şarkıyı belki yüz kez dinledim. Her dinleyişimde zihnimde birbirinden farklı fikirler kıpırdadı, inanın.
İşe yaramadı, cümle olamadı hiçbiri. Onlar kıpırdadıkça zihnim acıdı, olan biten bu.

Gülmelerin yüzdeki kasların oynamasından öteye geçemediği zamanlar olduğunu öğrendim.
Gülerim hep ben. O yüzden bu kadar kolay ayırt ettim sahici gülmeleri sadece eylem olarak kalan gülmelerden.

Sonra diyorum ki bir odam olsa ağlamak için özel yapılmış, kimseye hesabını vermek zorunda kalmasam ağlamaların. Gülmek kadar ağlamanın da insanlara ait olduğu kabul görse.
Tamam kabul, sıradanlaşamayacak ağlamak gülmek kadar. Gülünce gözlerden yaş akmıyor mesela.
Ama ben diyorum ki boğazımdaki ben çözdükçe tekrar bağlanan düğümü çözecek kimse yok. O dışladığımız eylem dışında.

Sonra da diyorum ki bir arkadaşım olsa şöyle şuralarda yakınlarda bir yerde, gitsem ona habersizden. “Düğümlerimi çözmeme yardım eder misin?” desem, “çay koyayım mı?” dese, konuşmayı öyle çok sevmediğimi bilse, mümkünse çok konuşan biri olsa, o anlatsa ben dinlesem. Konunun bir önemi yok.

 Yeter ki kendimle baş başa kalmayayım.
 Henüz kendimle yalnız kalacak kadar sevmiyorum ben kendimi.

Sonra ööf diyorum. Aman be diyorum. Salak mısın diyorum. Salaksın diyorum.
Şöyle güzel bir nefes alınca diyaframdan, geçer diyorum. Ya da bir ağrı kesici.
Yapabileceğim bu. Elimden gelen tek şey bu.
Öyle kırılıp dökülmek yersiz.

Gülerim ben. Hep.
Her zaman mutluluktan olacak değil ya, mutlu etmek için olsun sıradaki.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Gelecekten Bildiriyorum:


Ben de az çok sevdim birilerini.
Ama onların gözlerine baktığımda içlerinde kendimi görüyormuşum gibi olmadı hiç. O hissi yaşamadım daha evvel.
Ben birazcık “ben” olduğunu gördüm sende.
Sen yine dilediğin kadar farklı olduğunu düşün.



Birisi bir şey demişti: “Parmak izinden başlayarak sevmek istiyorum seni” diye.
İşte aynen öyle, parmak izinden başlayarak seviyorum seni.



Ne yaşarsak yaşayalım, istersek hiç birlikte olmayalım, geleceğim adına boyumdan oldukça büyük konuşuyorum: Benim gibisi olmayan adamım sensin.
Böyle kalacak.



En büyük sınavlarımdan birinde kalem kıpırdatamıyorum ben şimdi.
Ne cevap anahtarı var bunun, ne de sonunda bir ölçmesi, değerlendirmesi.
Sevilmemekle sınanıyorum.
Sınavım çok kazık.